Muhittin Akbel

Muhittin Akbel

muhittin.akbel@dogangazetecilik.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir ‘çılgın proje’ muhabbeti, aldı başını gidiyor.
Hepsi uçuk, etkileyici...
İzmir için telaffuz edilen projeleri dinlerken, bulutların üzerinde buldum kendimi...
Derin bir rüyaya dalmışım!
Tatlı bir İzmir rüyası...
* * *
Mürselpaşa’dan arabamla yerin altına dalıyorum abi... Git, git, tünel bitmek bilmiyor!
Konak’ta aydınlığa kavuşup denizi görünce pek sevindirik oluyorum!
Durup dururken canım, tarihe yolculuk yapmak istiyor nedense...
Bergama’ya mı gideyim, Selçuk’a mı, diye papatya falı açıyorum!
Ne fark eder ki... Biniyorsun “yüksek hızlı” trene, vınnn Bergama’dasın!
Ben de öyle yapıyorum.
Bir Bergama’dayım, bir Selçuk’ta...
Meryem Ana’yı ziyaret ediyorum, Efes’i geziyorum!
Aaaa bi de ne göreyim, kanal açmışlar Efes’ten denize kadar...
Yani deniz, Efes’in ayaklarına kadar gelmiş. Tıpkı M.Ö. 3000 yıllarında olduğu gibi...
İzmir’e dönerken, gözlerim faltaşı gibi açılıyor.
Daha dün kentin her tarafı gecekonduyken, her taraftan gökdelenler yükseliyor!
Ve eve ulaşıyorum.
Hanım öfkeli... “Ankara’dan, İstanbul’dan misafirlerimiz geldi, neredesin sen?” diye çıkışıyor bana!
Hiç kimseye hesap verecek değilim tabii ki! Laf aramızda, kazak erkeğiz icabında!
Misafirlerimle kucaklaşıyorum. Hoşgeldin, beş gittin, derken “yolculuk nasıl geçti” diye klasik bir soru soruyorum konuklarıma...
Ankara’dan abim gelmiş, 5 saatte! Bacanak İstanbul’dan 4 saatte... İkisi de çok rahat bir yolculuk yapmış. Yollar kısalmış, genişlemiş. Bir dahaki sefere trenle geleceklermiş. Trenler de 150 kilometre hız yapıyormuş!
Bacanak anlattı, Sabuncubeli Tüneli, Manisa-İzmir arasını çok kısaltmış.
Sonra... Misafirlerimi Karşıyaka’ya götürüyorum, balık rakı yapacağız!
İnciraltı’ndan köprüye giriyoruz, oradan denizin dibine, tünele dalıyoruz!
“Bu kadar masrafa ne gerek vardı?” diye düşünüyorum.
“Keşke, Ankara’nın dibindeki Polatlı’da, halatları koptuğu için Ankara Çayı’na düşen vatandaşlarımızın köprüsünü yapsalardı!” diyorum kendi kendime...
Zangır zangır çalan saatin alarmıyla uyanıyorum, hatta sıçrıyorum!
Meğer rüya görmüşüm!
Bir yerlerim açıkta mı kaldı diye bakıyorum; yok yok, örtmüşüm üstümü...
Gerçeklerle yüz yüze kalınca, canım sıkılıyor tabii ki...
Ne Kuzey’den Güney’e hızlı tren hattı uzamış, ne Bostanlı-İnciraltı arasına tünel yapılmış!
Gecekondular azalacağına üremiş mübarekler!
* * *
Kaf Dağı’nın ardındaki projelere gidiyor aklım yine...
Acaba rüyalarımın, rüyalarımızın gerçek olduğunu görebilecek miyiz? Ömrümüz yetecek mi?
Umutsuzluğa kapılıyorum birden...
Çünkü... 9 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP, İzmir’i yeni hatırladı.
Hazine’ye verdiğinin 17’de 1’ini yatırım olarak alabilen İzmir, ne oldu da bu kadar kıymetlendi?
Türkiye’nin bütçe açığı her yıl büyürken, o kadar yüksek maliyetli işler, hangi parayla yapılacak?
Bugüne dek hep cezalandırılan kentte yaşayanlara, “Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” bile demiyorlar, diyemiyorlar.
Çünkü ortada, çam sakızı çoban armağanı bir-iki yatırımdan başka görünürde bir şey yok.
Bir arpa boyu ilerlemesine izin verilmeyen İzmir, seçimlerden sonra ışık hızıyla mı ilerleyecek?
* * *
Projecilerin, büyük üstat Zihni Sinir ile ortaklığı olduğunu düşünüyorum bazen...
Şu havada uçuşan projelerin gerçekleşeceğine ne kadar inanıyorsunuz, bilemem.
Ben umutsuzum, karamsarım ama hepsinin gerçekleşmesini tüm kalbimle istiyorum.
Bu yazıya noktayı koyarken, Emel Sayın’ın şarkısı çalmaya başladı radyodan...
“Rüyalar gerçek olsa...”
Lütfen beni Emel Sayın ile başbaşa bırakın.
Sonra yine rüyalarda buluşuruz!