Metin Toker

Metin Toker

Tüm Yazıları

Metin Toker

SÜLEYMAN Demirel saymış: Anayasa tam 46 yerinde Cumhurbaşkanına görev veriyormuş.
Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı ya.. Demek istiyor ki bugünkü anayasaya göre de Cumhurbaşkanı rejimin "çok önemli" bir kimsesidir. Meclisi feshetme ve ülkeyi yeni seçime götürme yetkisini elinde bulundurmasa bile. Bu 46 görevden biri Anayasanın 104. maddesinde yazılıdır ve şöyle demektedir: "Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kurulunu, başkanlığı altında toplantıya çağırmak".
İşte bugün yerine getirilmesi gereken görev tam budur ve Cumhurbaşkanı orada "Bugünkü hükümet ile memleketi yönetmek imkanı kalmamıştır. Demokratik parlamenter rejimin sürmesi isteniliyorsa bunun icabı yerine getirilmelidir" deme durumundadır.
İcap, elbette ki Hükümetin derhal istifa etmesidir.
Türkiye'de çok kimse sanıyor ki ülke bir De Gaulle'e ihtiyaç içindedir. De Gaulle'ler ancak tarihten çıkarlar ve her zaman bulunmazlar. Türkiye'nin ihtiyaçı bir "Rene Coty'yedir. O "sağduyuya sahip müstesna cumhurbaşkanı"dır ki General Massu'nün paraşütçü dolu uçakları Paris göklerinde uçarken demokratik parlamenter rejimin subaplarını, siyasetçilerin elbirliğiyle işletebilmiş ve Fransız Cumhuriyetinin "aleladelik dönemi"ni darbesiz kapatabilmiştir.
Türkiye'deki "siyasetçiler"e bakınca bizde bir Süleyman Demirel'in - kendisi o düzeyde bulunsa bile - işinin ne kadar zor olduğu hemen farkedilmektedir. Ama Anayasa cumhurbaşkanlarına 47. görev olarak kamuoyu karşısına "laf salatası" ile çıkmayı da vermemektedir.
Süleyman Demirel'in yaptığı - hele bu haftanın başından itibaren ve MGK'nun beklenen toplantısı arefesinde - bundan ibarettir.
Cumhuriyetin "aleladelik dönemi"nin iktidarda ve muhalefette baş aktörü Demirel hiç bir şeyi hiç bir zaman doğru anlamamıştır: Ne, niçin bu kadar sık gittiğini; ne de bu kadar çok geldiğini. Nitekim şimdi, başka bir role soyunmuş olduğu halde "laiklik savunucularının dindarları rencide etmemeleri gerektiği" gibi "aleladelik dönemi"nde kalma safsataları hala tekrarlayarak Yılmaz - Ecevit korosuna eşlik etmekte, hem şişi hem kebabı kurtardığını sanmayı sürdürmektedir.

Türkiye'nin kabusu "Ya darbe, ya şeriat" ikilisini asker bu sefer, daha birinci MGK toplantısından sonra "toplumun kaderi" olmaktan çıkarmıştır. Memleketin, vurucu güçü askerden oluşan zinde kuvvetleri şeriata, darbe yapmaksızın dur düdüğünü çalmışlardır. Bu sütunlarda daha o zaman belirtildigi gibi Meclis ya, hükmetme kudreti elinden alınmış bir hükümeti, Hacı - Bacı sultası altında bağrına basmakta devam edecek; o zaman zinde kuvvetler ve kamuoyu desteksiz bir bitkisel hayata katlanacaktır. Ya da, yüzde 20 oyuyla Refahı Türkiye'ye egemen yapmış "özel hedefli Refahyol"u bitirecek ve haysiyetli bir yeni sayfa açacaktır. Tabii Hacısız, ama mutlaka da Bacısız.
Çünkü bugünkü fiili durum, ipleri güvenilir ellerde bir memleket yönetimi, "geçici karater"ini yitirir de "kalıcı" hüviyete sokulursa başka bir tehlikeyi beraberinde getirir.
"Siyasetçi" bunun bilinçinde olmalıdır.