Almanya’dan sonra geçen hafta Japonya da nükleer enerji üretiminden çıkmaya karar verdi.
Bu iki karar bizi iki soruyla baş başa bırakıyor.
Dünyanın en büyük dört ekonomisinden ikisi nükleere mendil sallarken bizim sıfır deneyimle bu işe girmemiz ne kadar doğru?
Ve, neden bu iki ülke, ekonomilerine büyük yük bindirecek bu kararı aldı?
Bu sorulara cevap vermeden önce, konuyu doğru perspektife oturtmak için söylenmesi gereken bir şey var. Fukuşima’dan on sekiz ay sonra, nükleerde kalmak (29) veya nükleere (14) girmek isteyen ülkelerin sayısı çıkmak isteyenlerden çok fazladır.
Almanya’nın reaktörlerini kapatmak istemesinin ana nedeni kamuoyunun nükleer enerjiye şiddetle karşı çıkmasıdır. Almanya, Avrupa’nın en çevreci ve pasifist ülkesidir.
Halk baskısı güçlü
Fukuşima’dan sonra, atom bombası yemiş Japonya’da kamuoyu nükleere Almanya’dan da karşıdır. Halk baskısı o kadar güçlü ki, gözden geçirilmek üzere kapatılan 54 nükleer ünitenin sadece ikisi yeniden üretime geçebildi. Gerisi aylak bekliyor.(*)
Bunların dışında en önemli neden nükleer enerjinin risklerini hesaplamanın mümkün olmamasıdır. Almanya ve Japonya bu riskleri artık göze almak istemiyor.
Nükleer santrallar kuruldukları yerdeki deprem ve deniz koşullarına dayanıklı olacak şekilde dizayn edilir. Bunda iki sorun var. Deprem riski belirli bir marj dahilinde tahmin edilebilir ama tam olarak ölçülemez. Ayrıca, Fukuşima’da da görüldüğü gibi, doğa herhangi bir marja veya tahmine uymak zorunda değildir.
Ülkemizden örnek vermek gerekirse: Bugüne kadar kaydedilen en güçlü depremin Richter ölçeğinde 7-8 arasında olması bu çerçevenin çok üstünde bir sarsıntı olmayacağı anlamına gelmez. “Akdeniz’de tsunami olmaz,” savı da bir efsanedir.
Bunlardan da büyük risk insan faktörüdür. Bugüne kadar meydana gelen üç büyük nükleer santral kazasının ikisi insan ihmali sonucu meydana geldi. İhmale karşı alınacak önlem yoktur.
Deprem ve insan riski
Türkiye için hem deprem hem de insan riski aşırıdır. Deprem bakımından dünyanın en tehlikeli birkaç ülkesinden birinde yaşıyoruz. Ve insanımız, bin bir nedenle, kaza yapmaya çok yatkındır.
Havacılıkta en çok kaza yapan ülkeler arasında olmamız da yüksek teknoloji ile çok rahat olmadığımızı gösteriyor.
Bunlara, hükümetin, nükleer enerji üretimine tamamen hazırlıksız, alaturka bir “kervan yolda düzülür” mantalitesiyle giriştiğini eklemek gerekir.
Dolayısıyla, başka ülkeler için geçerli olan riskler bize has özelliklerden dolayısıyla kat be kat büyüktür.
Sonunda, nükleer enerjiye girmek siyasi bir seçimdir. Bu seçimi yapmadan önce hükümet halka sorsaydı çok daha iyi olurdu ama o noktayı çoktan geçtik.
“Başa gelen” çekilir Türk olmanın baş koşulu değil mi?
(*) Japon hükümeti dün reaktörleri kapatma kararından cayar döner gibi oldu ama durum kesin değil.