Geçen gün, aylak düşünme anlarımın birinde, nereden aklıma geldiyse, gelecek ay gazetecilikte kırk beşinci yılımı tamamlayacağımı hesapladım.
Yanımdaki arkadaşıma bunu söylediğimde “Kutlayalım,” dedi.
“Kutlamalı mı, yas mı tutmalı, bilmiyorum,” dedim.
“Neden yas tutacaksın?”
“Çünkü hiç rahat gazetecilik yapamadım. Kırk beş yıl boyunca bu hiç değişmedi. İlk gün nasılsa bugün de öyle.”
Yıllar beni bir basın barometresi yaptı.
Ve bu barometre 1967’den bu yana Türkiye’de basın özgürlüğünün ilerlemediğini gösteriyor. İnönü, Demirel, Ecevit, Erbakan, Çiller, Yılmaz, Erdoğan, Asker... Kim iktidarda olursa olsun basın özgür olmadı.
Değişik dönemlerde özgür olmamanın şekli değişti, özü aynı kaldı.
Örneğin, askeri yönetimlerde dincilere saldırmak serbest, askerlere saldırmak yasaktı. Şimdi dincilere saldırmak yasak, askerlere saldırmak serbest. Aynı anda hem dincilere hem askerlere saldırabilme (ya da her ikisini de methedebilme) ortamı hiç olmadı.
Olabileceğine dair bir belirti de yok.
Yöntem farklı, sonuç aynı
Askeri dönemlerde sıkı yönetim idaresinden bir onbaşı veya çavuş gazete yazı işlerini arayıp, “Sizi kapattık,” derdi.
Şimdi hükümet patronları gazetelerini kapatmadan hizaya getiriyor.
Yöntemler farklı ama sonuç aynı. İktidarda olan partiler veya güçler değişiyor ama Türkiye’nin otoriter bir biçimde yönetilen bir ülke olma durumu değişmiyor.
İktidarda asker veya sivil olması özde fark etmiyor. Her iki halde de Türkiye demokrasi değil. Her iki halde de özgürlükler kısıtlı.
Otosansür bütün dönemlerin ortak özelliğidir. Otosansür otomatik sansürdür. Gazeteci iktidarın veya patronun hoşlanmayacağını bildiği veya sandığı konuları kendiliğinden yazmaz.
Batılı standartların uzağında
Basın özgürlüğü demokrasinin ölçüsüdür. Basın özgürlüğü yoksa liberal demokrasi de yoktur.
Basın özgülüğü konusunda kabahati tamamen hükümetlerin veya rejimlerin üzerine yıkmak haksızlık olur. Patronu ve çalışanıyla basın camiasının da kabahati var.
Gazetecilik yıllarımda nasıl basın özgürlüğü ilerlemediyse yapılan gazeteciliğin kalitesi de ilerlemedi. Genelde, Batı’da kabul gören en üst düzey gazetecilik standartlarını yakalamanın hep uzağında kaldık.
Para ve siyasi güç edinip ekonomik çıkar sağlamak dışında bir şey düşünmeyen gazete patronlarının bunda vebali büyüktür.
Simavi biraderlerin dükkânlarında öğrenilen ikinci sınıf gazeteciliğin kolaylığından kurtulamayan, tutucu, bencil ve kibirli yazı işleri kadrolarının da.
Bel kemiksiz bir basını hükümetlerin itip kakması veya manipüle etmesi zor değil. Sicili temiz olmayanlar da kolay sindirilir.
Basın Şeref Kartı’nı başkalarına verin. Bana zehirli bir pasta ve 45 siyah mum yeter.