Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih AŞIK

2'inci Ulusal Demiryolu Kongresi dün İstanbul - Holiday İnn Oteli'nde hoparlörden çalınan 10'uncu Yıl Marşı'yla başladı...
Marşın "Demir ağlarla ördük yurdu dört yanda..." mısraına gelinmişti ki... Demiryol - İş Sendikası Eğitim Sekreteri Taki Ulusoy, yanında oturmakta olan arkadaşımız Aydın Arıcıoğlu'na şöyle dedi:
- Kongrenin açılış müziği olarak bu marşın seçilmesi çok yerinde... Çünkü Cumhuriyet'in ilk 10 yılında hız kazanan demiryolu çalışmaları daha sonraki dönemlerde durdu. 1950'den sonra da ABD'nin Marshall planı dayatmasıyla yeni demiryolu inşa edilmedi. Sonuçta.. neredeyse 50 yıl sonra - bugün, bu kongre, aşağı yukarı Cumhuriyet'in ilk 10 yılında bıraktığımız yerden başlıyor!..
Taki Ulusoy
devam ediyor:
- Ne acı ki, bugün "demiryollarını" yeniden gündeme getiren biraz da trafik kazaları ve karayolu trafiğinin kördüğüm olması... Keşke bu noktayı 1950'lerde görebilseydik... Demiryolunun "komünist işi" olduğunu söyleyen politikacılar gördü bu ülke. Oysa bakın Japonya'ya... Bugün Japonya saatte 520 km. hız yapan trenlere sahip. Biz ise yük taşımacılığında ortalama 25 km, yolcu treninde ise 35 km'de takılıp kalmışız. Bugün yolcu taşımacılığının ancak yüzde 4'ünü demiryollarında yapabiliyoruz. Buna rağmen hƒlƒ karayollarını konuşuyoruz. Bakın Karadeniz Otoyolu tartışmalarına... O projeyle ilgili sayın Bakan hakkında gensoru tartışılırken Karadenizli yurttaşlarımız ayağa kalkıyor; "Yolumuzu kesmeyin!" diyorlar. Kimsenin aklına bunca yıldır Karadeniz'e tek kilometre "demiryolu" inşa edilmemiş olmasının sebebini sormak gelmiyor. Kimse çıkıp, "Neden Samsun'dan ötede demiryolu yok?.." diye sormuyor. Halbuki demiryolu, "Karadeniz Otoyolu" maliyetinin 10 - 15'te birine malolur... Ve bittiğinde de bölge insanı çok daha ucuz ulaşım olanağına sahip olur...

Vergi paketinde hisse senedinden enflasyonun üzerinde para kazananlar için bir miktar vergi öngörülüyordu. Oranı belli değildi. Yüzde 3 - 5 gibi bir oran da olabilirdi. Madem ki asgari ücretliden bile vergi alınıyordu. O halde hisse senedi kazançlarından da vergi alınmalıydı.
Rantiyeler vergi lafını duyunca kazan kaldırdılar. Borsa uzmanı adı altında üç beş tüyü bitmemiş çocuk ekrana çıkıp:
- Hisse senetlerindeki kazanç vergi kapsamına alınamaz, alınırsa borsa batar...
diye ahkam kesti. Ekonominin purolu sihirbazı ekrana çıktı:
- Borsa benim çocuğumdur, çocuğumu boğdurtmam!
dedi. Ve hisse senetlerinin bu yıl vergilendirmesinden vaz geçildi.
Asgari ücret vergili... Azami ücret vergisiz. Yaşasın adalet.

Galler Prensesi Diana'nın oturduğu alafranga tuvaletin klozeti açık artırmaya çıkarılacakmış. Şimdiden birçok talep gelmiş.
Okurumuz Rüstem Şahin diyor ki:
- El oğlunun içine ettiği şeyler bile para ediyor. Bizim sarışın, güzel prensesin Diana'dan ne eksiği var ki? Bir açık artırma da bizim, sarışın, güzel prensesten bekliyoruz. Haydi yağdanlıklar, bu vazife size düşüyor...

Türkiye'yi aile fotoğrafının içine kabul etmeyen AB'ye Ankara'dan tepki büyük... Ancak... "Madem almıyorsunuz, o zaman biz de girmiyoruz!", "Madem üyeliğe kabul etmiyorsunuz, biz de üyelik başvurumuzu iptal ediyoruz!" şeklinde özetlenebilecek ve Temel'in "Ben de seni tanimayrum!" fıkrasını andıran tepkiler yerine.. biraz oturup sağlıklı düşünsek daha iyi olmaz mı?..
Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye kapıları kapatması, bizim sağcı ve gerici partilerin 50 yıldır izledikleri politikanın olağan sonucudur...
Atatürk'ün "Muasır medeniyet düzeyine ulaşma" hedefi 1950 yılında Demokrat Parti'nin iktidarıyla birlikte adım adım terkedilmiştir.
Cumhuriyet devrimini tersine çevirmek isteyen güçler, sağ partilerin kanatları altında o gün bugün çalışıyorlar.
Ülkenin iç ve dış politikası, 50 yıldır, üç beş zenginin, ağanın, açıkgözün, yağmacının çıkarlarına göre düzenlendi. Türkiye ABD'nin uydusu haline getirildi.
Türkiye Batı dünyasının eşit bir üyesi olma iddiasını çok önceden terketti.
Batı'nın kuyruğunda, anti - komünizm ticareti yapıp birkaç kuruş kaparak, vitrine birkaç Batı ürünü koyup "Batılı" taklidi yaparak kendimizi avuttuk durduk.
Gelinen nokta şaşırtıcı değildir.
Avrupa Birliği bir uygarlık projesidir, diyor adam... Biz uygar olmaya çalıştık mı?..
Üç beş satır yazı için kendi aydınını hapseden uygar ülke var mı?..
Demokratik gösteri haklarını kullandığı için kendi çocuklarını insafsızca dövdüren, pankart açtı diye gençlerini 18 yıl hapse mahkum eden uygar ülke mevcut olabilir mi?..
İşkenceyle suçlananları mahkemeye çıkarmayarak onların suçuna ortak olan bir devlet mevcut mu?..
Eroin kaçakçısının cebine yeşil pasaport koymuş, adı "Eroinci devlet"e çıkmış, bayrağına şırınga yerleştirilmiş bir başka Avrupa ülkesi var mı?..
Kendi topraklarını, kendi insanını bombalayan hangi ülke var?
Yağma ekonomisini halkına liberalizm diye yutturan, çılgın bir üreme hızı ve Kasıp kavurucu enflasyonu bir türlü önleyemeyen ülke biz değil miyiz?..
Sağ partiler ve sağ politikalar son 50 yılda Türkiye'yi bir bataklığın içine sürüklediler. Şimdi kendi başarısızlıklarının suçunu AB'ye yüklemeye çalışıyorlar.
Demokraside, ekonomide, uygarlıkta geri kalışımızın sebepleri nelerdir? Hangi hatalar bugünü hazırladı? Sağ partiler önce bunun hesabını vermek, önce kendi özeleştirilerini yapmak durumundadır.
Sınavda çakan Türk halkı değil, onlardır. Yandaşlarına iyi kazandırdılar. Ama Türkiye kaybetti. Şimdi tozu dumana katarak bu gerçeği gözden kaçırmak istiyorlar. Aldanmayalım...




Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr