Özelleştirmelerin çoktandır yağma ve talana dönüştüğünü tekrarlamaya gerek yok. Ancak oyunun artık ne kadar açık oynandığına ilişkin bir örnek umarız sizi de ilgilendirecektir. Tek Gıda İş Sendikası'nın verdiği bilgiye göre...
      Resmi Gazete'nin 15 Eylül 1998 tarihli sayısında bir ilan yayımlanıyor. Bu ilana göre... Tokat Sigara Fabrikası'nın en az yüzde 50 hissesi satışa çıkarılmış, bu hisseler için ORTAK aranıyor.
      İlanın 4'üncü maddesi:
     Â"Ortak giriÅŸimcinin sigara üretimi ve dağıtımı konusunda tecrübesi, deÄŸiÅŸik ülkelerde yatırımı ve fabrikaları bulunması, mali yönden güçlü bir firma olması tercih nedeni olacaktır..."
      Bu koşulları taşıyan yerli bir firma var mı peki?.. Hayır yok!.. Açıkça "Yabancı ortak arıyoruz" diyemedikleri için madde bu şekilde düzenlenmiş...
      Diyelim satış bu koşullarla gerçekleşti ve Tokat Sigara Fabrikası'na yabancı bir firma ortak oldu... Üreteceği sigara ne olacak?.. Ne ölçüde yerli tütün kullanacak?.. Bu soruların yanıtını satış ilanının 6'ncı maddesinde buluyoruz:
     Â"Ortaklık yeni tip sigara üretebileceÄŸi gibi..."
      Gerisini okumaya gerek bile yok. Yerli sigara ve tütün üretimi sizlere ömür!
      İyi de böylesi bir özelleştirmeye fabrika çalışanları ve çevre halkı tepki göstermez mi? Onlar nasıl susturulacak? Ağızlarına bir parmak bal çalınarak elbette... Bu balın nasıl çalındığını da ilanın 12 ve 13'üncü maddelerini okuyunca görüyoruz:
     ÂMadde 12: Ortak giriÅŸim en az 10 yıl TEKEL'in izni olmaksızın hisselerini baÅŸkalarına devretmeyecek, ÅŸirketin yüzde 8 hissesi bir program dahilinde TEKEL Çalışanları Dayanışma Vakfı'na veya ÅŸirket çalışanları veya yöre halkına kayıtlı deÄŸeri üzerinden devredilecektir.
     ÂMadde 13: Kurulacak ortak ÅŸirket işçi ihtiyacını TEKEL'in personelinden istifade ederek giderecektir.
      Özeti... Tokat Sigara Fabrikasını birileri tokatlayacak... Hem de galiba önceden belirlenmiş yabancı birileri...
      İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği'nin önceki gün AKM'de düzenlediği "Kemalizm 2000'li Yıllara Işık Tutuyor" başlıklı panelde gazeteci yazar Ahmet Taner Kışlalı konuşuyor... "Aydınlanma" devriminin anlamına dikkat çekip Cumhuriyet'e ve Kemalizm'e yönelik eleştirileri bir bir yanıtladıktan sonra Kışlalı, şu ilginç anekdotu aktarıyor:
      - Birkaç yıl önce Doçent Gencay Şaylan'la birlikte Stuttgart'da Türkiye'nin tartışıldığı bir açık oturuma katılmıştık. Tartışmacı olarak bizden başka iki Alman profesör, iki Alman gazeteci ve Stuttgart'ın o zamanki belediye başkanı vardı. İkinci turda son söz masanın sağ başında oturan Alman profesöre verildi. O an anladık ki, o Alman profesör, ilk turda belki de bilinçli olarak söylemediği bazı şeyleri son tura saklamış. Kemalizm'e ve Mustafa Kemal'e çok ağır biçimde saldırdı. Söyledikleri arasında doğrular da vardı belki ama çok büyük yanlışlar da vardı. Düzeltme yapabilmek için söz istedim. Oturumu yöneten başkan, sürenin kısıtlı olduğunu, bu yüzden söz veremeyeceğini söyledi. "Sayın başkan" dedim, "ben eski bir parlamenterim. Bütün demokratik parlamentolarda uygulanan bir yöntem vardır: Sataşma halinde söz hakkı doğar. Hem, zamanınızı da almayacağım. İzin verirseniz Sayın profesöre bir tek sorum var..." Başkan, bunca suçlamaya nasıl yanıt vereceksin dercesine yüzüme bakıp "Eh, peki buyrun" dedi. Ben de şunları söyledim:
     Â"Sayın profesör Türk tarihini bilmiyor. Bilmek zorunda da deÄŸil, çünkü Türk deÄŸil. Ama Alman tarihini bilmek zorunda. Çünkü hem Almandır, hem profesördür, üstelik de tarih profesörüdür. Kendisi de gayet iyi bilir ki; Nazizm'in zulmünden kaçan çok sayıda Alman bilim adamı, düşünür ve sanatçı olmuÅŸtur. Ve yine çok iyi bilir ki, ABD zamanın en varlıklı ve demokratik ülkesi olarak bu insanlara çaÄŸrı yapmış, kucak açmıştır. Åžimdi soruyorum, acaba niçin bu bilim ve sanat insanları kendilerine parlak bir gelecek vaat eden ABD'yi deÄŸil de Mustafa Kemal'in yoksul ülkesini seçtiler? GeliÅŸmiÅŸ bir ülkenin diktatörlüğünden kaçıp yoksul bir ülkenin `diktatörlüğüne' sığınmak için mi?.."
      Tüm gözler profesöre yöneldi. Kulaklarına kadar kızarmıştı.
     Â"Vaktimiz çok dar, bu da uzun bir konu. Sonra konuÅŸalım" dedi.
      Merakımı gidermek için toplantı biter bitmez yanına koştum. Bakalım ne diyecek diye...
     Â"Çok özür dilerim" dedi, "karım beni bekliyor, gitmem lazım!"
      Kaşla göz arasında da ortadan kayboldu. Kılıbıklık bu gibi durumlarda çok işe yarıyor anlayacağınız...
     ÂYekta Güngör Özden'in AKM'deki "Kemalizm" panelinde peÅŸpeÅŸe aktardığı ilginç anekdotlardan biri...
      - İngilizler biliyorsunuz kurnaz millet... Nasıl Arap yarımadasına tarikatları sokmuşlarsa, nasıl Anzaklar'ı toplayıp Çanakkale'de karşımıza getirmişlerse, Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında da Yunanlılardan daha önce; daha yapılı ve daha kavgacıdırlar diye Sırpları Türkiye'ye taşımak istediler. Ama onları kandıramadılar. İşte kurtuluştan hayli sonra Türkiye'yi ziyaret eden Yugoslav kralı, Atatürk'e bunu hatırlatıyor. Diyor ki:
     Â- PaÅŸam Ä°ngilizler bize çok ÅŸey vaat ettiler, ama biz gelmedik Anadolu'ya...
     ÂBekliyor ki Atatürk ona teÅŸekkürlerini sunsun. Ama Atatürk hiç o havada deÄŸil. Dönüyor;
     Â- GeçmiÅŸ olsun Kral! diyor.
Yazara E-Posta: M.Asik@milliyet.com.tr