Elimizde, 10. 8. 1998 tarihli resmi bir yazı... "T.C. İçişleri Bakanlığı - Özel Kalem Müdürlüğü" başlıklı kağıda yazılmış ve Futbol Federasyonu Başkanlığı'na gönderilmiş... Yazıda, yeni futbol sezonunun başlaması dolayısıyla stad anarşisini önlemek için Federasyonu yöneticileri, kulüp temsilcileri ve diğer yetkililer arasında yapılan toplantıda alınan kararlar sıralanıyor.
      Neler mi? Mesela: ...Küfürlü tezahüratta bulunan seyirciler hakkında yasal işlem yapılması... Sürekli olay çıkaran fanatik taraftarların isimlerinin belirlenerek stadyumlara alınmaması... Havai fişekler ile yanıcı, parlayıcı sis ve ses bombaları veya benzerlerinin stadyum içine ve çevresine sokulmasının engellenmesi, müsabaka sırasında maytap kullananlar hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması...vs..vs..
      Önlemler çok çok iyi. Peki ya uygulama?
      Dün Cumhuriyet'te Abdülkadir Yücelman yazdı. Beşiktaş - Gaziantepspor maçında sahaya girerek hakem Ali Uluyol'a saldıranlardan bir teki bile gözaltına alınmamış... Saha dışına çıkarılıp bırakılmışlar, o kadar. Eh, kulüp yöneticileri, spor programcıları, hakeme saldıran ve ana avrat küfür eden Alpay'a, "Sen bizim canımızsın, ciğerimizsin" derlerse polis de böyle davranır tabii...
      Fenerbahçe - Göteborg maçını izliyoruz. İkinci devrenin başında tribünler bir anda kızıl bir renge bürünüyor. Ortalık tam yangın yeri oluyor. Çünkü bazı seyirciler ellerindeki meşaleleri yakmış...
      Maçı televizyondan anlatan spiker arkadaşımız ise bu manzarayı öve öve bitiremiyor. Ama ne zaman ki, sahayı duman kaplıyor ve hakem dumanın dağılması için beklemeye başlıyor, aynı spiker arkadaşımız biraz önce söylediklerini unutup seyircilere, "Yeter artık, söndürün şu meşaleleri yoksa UEFA'dan ceza yiyeceğiz" diye nasihat vermeye başlıyor.
      Özetle... Kağıt üzerinde önlemleri çok iyi alıyoruz. İş bu önlemlerin uygulanmasına gelince, Şarklılığımız bütün haşmetiyle ortaya çıkıyor.
     ÂSakıp Sabancı, yaÅŸam deneyimlerinden söz edip muhtelif öğütler verdiÄŸi "BaÅŸarı Åžimdi Aslanın AÄŸzında" adlı kitabını Atlı Köşk bahçesinde bir kokteylle tanıttı. Gece boyunca konuklara "baÅŸarının sırrı" üzerine açıklamalar yapan Sabancı, konuyla ilgili hikayeler anlatmayı da ihmal etmedi. Mesela...
      "Padişah, başarıyı ödüllendireceğini tellal çağırtarak ilan ettirmiş. Elemeler sonunda jürinin en başarılı bulduğu sanatkƒrı padişahın huzuruna çıkarmışlar. Adam hünerini göstermiş. Kırk dikiş iğnesi yapmış adam. Bu kırk iğne o kadar ince, o kadar ince imiş ki, kırkı da birbirinin iplik deliğinden geçiyormuş.
      Padişah jüri başkanına,
     Â- Bu adama marifeti için önce 40 altın verin, sonra da böyle iÅŸe yaramaz birÅŸeyle uÄŸraÅŸtığı için falakaya yatırıp 40 sopa atın, demiÅŸ.
      Kıssadan hisse... Başarının başarı olabilmesi için bir işe yaraması şarttır..."
      Şu günlerde Beylerbeyi Sarayı'nın yanından geçerseniz, kafanızda bir parça tarih bilinci, yüreğinizde bir parça İstanbul ve eski eser sevgisi varsa dehşetler içinde kalırsınız.
      Eski eserlere görüntüyü bozacak çivi dahi çakılmaz. Beylerbeyi Sarayı'nın yan bahçesinin içine ise koskocaman bir lise binası inşa ediliyor. Tabelada yazdığına göre: "Hacı Sabancı Lisesi..." Koskoca bina şimdiden Saray'ın görüntüsünü bozmuş. Giderek daha da bozacak.
      Beylerbeyi'nde okul yapacak onca boş arazi varken Saray'ın içine etmek hangi aklıevvelin eseridir? Diye sorunca dediler ki:
     Â- Efendim Saray'ın yan bahçesi yıllar önce Milli EÄŸitim Bakanlığı'na verilmiÅŸti. Bakanlık da okul inÅŸa etmek isteyen Sabancı Vakfı'na burayı verdi.
      Peki 3 No'lu Koruma Kurulu böyle bir cinayete nasıl izin verdi?
      Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Başkanı ve 3 No'lu Kurul üyesi Prof. Afife Batur dedi ki:
     Â- Proje daha küçük bir bina ÅŸeklinde birkaç yıl önce önümüze geldi. Biz reddettik. Demek bizim üye olmadığımız dönemde Kurul'dan geçirilmiÅŸ...
      Beylerbeyi Sarayı'nın eski Müdürü Savaş Savcı ile konuştuk. Dediği:
     Â- Ä°ki yıl önce aynı yere bugün yapılanın beÅŸte biri büyüklüğünde bir bina inÅŸa etmeye kalkıştılar. Anıtlar Kurulu ve BoÄŸaziçi Ä°mar Müdürlüğü'ne baÅŸvurarak inÅŸaatı durdurdum. Geçenlerde bugünkü dev binayı görüp irkildim...
      Milli Saraylar Daire Başkanı İsmail Hakkı Celayir diyor ki:
     Â- 2,5 ay önce göreve baÅŸladığımda o inÅŸaatın baÅŸlamış olduÄŸunu gördüm. Ve hemen böyle bir yapının Saray'ın dış bahçesi içinde yükselmesinin tarihe saygısızlık olduÄŸunu ilgili birimlere (Ä°stanbul ValiliÄŸi, BoÄŸaziçi Ä°mar Müdürlüğü ve Milli EÄŸitim Müdürlüğü) yazıyla bildirdim. Ä°nÅŸaat alanının Saray bahçesi ve SÄ°T alanı olduÄŸunu belirtip "Burada böyle bir yapının yükselmesi yanlıştır" dedim. Hiç bir olumlu yanıt alamadım.
      Sonuçta... MEB ve Sabancı Vakfı... "Hayır işi yapıyoruz" diye herkesin gözü önünde bile bile bir tarih cinayeti işlemişler...
      Birkaç yıl önce yabancı saray mensubu İstanbul'dan geçerken:
     Â- Siz bu ÅŸehre layık olamamışsınız, gibi birÅŸey söylemiÅŸti de alınmıştık.
      Neden alınmıştık acaba?..
      Avrupa Kupası maçlarında milli marş söylenmesine UEFA izin vermiyor. O yüzden Fenerbahçe - Göteborg maçında seyirciler 10'uncu Yıl Marşı'nı söylediler. Pek de güzel oldu. 10'uncu Yıl Marşı "lig" maçlarına da yakışır. Milli Marş garip kaçıyor. Bir Fransız dostumuz geçenlerde lig maçları öncesinde milli marş söylenmesini "ulusal güvensizlik" diye niteledi. Haklıydı. Sembolleri anlamından saptırmamalı... Aşındırmamalı...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr