Sivas'ta 1995 yılında sunduğu bir tebliğde "laik cumhuriyet"e karşı İslami düzeni savunan Başbakanlık Müsteşarı Prof. Ömer Dinçer, önceki gün:
- Bu ülkede Cumhuriyet döneminde doğmasına rağmen Cumhuriyet'e karşı laf edecek bir insanın aklını peynir ekmekle yemiş olması lazım, dedikten sonra ekledi:
- Tebliğ bütün halinde değerlendirilmeli...
Güvendiğimiz ve inandığımız titiz bir yazar, Haluk Şahin sözü edilen yazının tamamını okumuş, "Kaygılarım arttı" diyordu dünkü yazısında...
Haluk Şahin makaleyi özetle şöyle değerlendiriyor:
"Dinçer bu makalede bir bilim adamı olarak nesnel ifadelerle değil bir inancın sözcüsü olarak öznel yargılarla konuşuyordu... Örneğin 'Cumhuriyet kavramının bizim için fazla bir manası kalmamıştır' diyordu...
...Dinçer'e göre İslamcı hareket iktidara gelse de süreç bitmiyor:
Düşmanlara karşı üstünlük sağlansa da, Müslümanın kavgası, münkere, harama ve kötüye karşı devam edecektir. (münker: şeriatça yapılması caiz görülmeyen)"
Haluk Şahin, Dinçer'e ve onu savunanlara soruyor: 'Münker', 'haram', 'kötü' laik bir devlette siyasete rehberlik edecek kategoriler midir?
Dahası, oradaki o 'düşman' kimin nesi? Demokratik siyasette böyle bir kavram var mı?
Netice; Müsteşar Ömer Dinçer, hiç inandırıcı olamıyor...
Kadın gizlice ağlamaz, eğer sevdiği erkek onu duyabilecekse ağlar...
İstanbul'un "yoksulluk haritası" çıkarılıyormuş. "Zenginlik haritası" başlatılsa çalışmalar daha çabuk biterdi.
"Yaşlılıkla ilgili 1003 büyük şey" adlı kitaptan, yaşlılığın faydaları:
• Kimse artık sizin birilerini kurtarmak için yanan binaya girmenizi beklemez.
• Birisi merhaba deyince oturduğunuz yerden kalkma derdiniz olmaz.
• Partilerde kimse eşinizi tavlamaya kalkışmaz...
• Mikrodalga fırın bilgisayardan daha yararlı alet haline gelir.
• Yattığınız yatakta bir düğmeye basarak doğrulabilirsiniz.
• Batan bir gemiden çocuklar ve kadınlarla birlikte ilk sizi kurtarırlar.
Bazı mesleklerin emekliliği farklıdır. Rahmetli Mehmet Baydur bir yazısında güzel anlatır:
- Bir fizik profesörü nasıl emekli olabilir? Kafasına saksı düşerse bir, iktidar düşerse iki... Bir şair diyelim, nasıl emekli olabilir? Devletin şairi olursa bir, kimse okumuyorsa iki... Bir müzisyen nasıl emekli olabilir? Akşamları konserde Mozart, Brahms çalıp sabahları evde Tarkan, Müslüm dinliyorsa...
Ekliyor Baydur: "Emekliliği kaldırmayan meslekler çifte kimlikli olmayı da kaldıramazlar."
Hayrola bilader, bi şey mi vardı? - İzin verirseniz bir sorum olacaktı da...
- Beni üzecek bir soru sorarsan sen de üzülürsün, ona göre...
- Efendim Kıbrıs konusunda...
- Kıbrıs seni neden bu kadar ilgilendiriyor koçum?
- Kamuoyu merak ediyor da...
- Bilirsin, merak iyi bir şey değildir, adamın başına ne gelirse meraktan gelir... Hem kamuoyunun derdi seni mi gerdi? Haydi, daha fazla gerginlik yaratmadan ufak ufak toz ol da ense tıraşını görelim.
- Ben bir soru sorabilir miyim sayın Başbakan?
- Başbakan değil, Başbakanım! Sen daha koskoca bir Başbakan'a nasıl hitap edileceğini bile bilmiyorsun yahu.
- Emeklilere yapılacak zam acaba....
- Sen emekli misin? Değilsin. O zaman? Geçiniz. Sıradaki gelsin. Evet sen façası düzgün arkadaş sor bakalım...
- Sayın Başbakanım, bir yılda enflasyonu düşürdünüz, ekonomiyi düzelttiniz, Kıbrıs sorununu halletmek, AB'ye ha girdi ha girmek üzeresiniz... Kamuoyu bu başarılarınızı neye borçlu olduğunuzu merak ediyor.
- Sorun güzel. Sevdim seni, sana derhal özel bir röportaj kıyağı geçelim, yarın ara beni sevindireyim seni... Tamam mı koçummmmm? Haydi şimdilik cümleten eyvallah. Etme nazı, kökle gazı bakalım şoför kardeş...
Eski Başbakanlar gazetecilerin sorularından hoşlanmazlarsa ne yaparlardı? Mesleğe 1950 yılında başlamış Güngör Yerdeş ağabeyimizi dinliyoruz:
"Adnan Menderes müthiş zarif bir insandı. Kendisine en ters gelen soruları soran Mehmet Kemal ağabeyimize bile nezaketini bozmadan yanıt verirdi. Mehmet Kemal'in en kızdığı şey adının yanlış söylenmesiydi. Rahmetli Adnan Bey bunu nasılsa duymuş, bir toplantı sonrasında yanımıza gelip tek tek hatırımızı sorarken sıra Mehmet Kemal' e gelince intikamını! şu soruyla aldı:
- Nasılsınız Mehmet Kamil Bey!
***
İsmet Paşa'nın bir Burdur gezisinden motorlu trenle Ankara'ya dönüyoruz. İsmet Paşa, bir yandan rakısını yudumluyor bir yandan sorularımızı yanıtlıyor. Benim sorduğum soru pek hoşuna gitmemiş olacak ki, elindeki rakı kadehini bir kenara koydu, ayağa kalktı, yanıma geldi, kulaklarımdan tutarak;
- Benim dedi, askerken üsteğmen bir komutanım vardı. Yanlış bir iş yaptığım zaman beni yanına çağırır, iki eliyle kulaklarımdan tutar, kafamı işte böyle bir sağa bir sola... Bir sağa, bir sola sallardı.
İsmet Paşa yanlış bir iş yaptığımı beni çocuk yerine koyarak işte böyle göstermişti."