İstanbul Anakent Belediyesi'nin Taksim Meydanı için bir Alman firmasına yeni bir proje hazırlattığını, bu projeyi kamuoyuna açıklamadan, adeta tartışmalardan ve gözlerden kaçırırcasına Koruma Korulu'na sevkettiğini yazmıştık. Ferhat Şenatalar dostumuz konuya ilişkin bir anısını aktarıyor gönderdiği notta. Birlikte okuyoruz:
      "...Taksim Projesi'yle ilgili yazınız bana 1983 yılında bir seminer için gittiğim Torino kentindeki FIAT Fabrikaları Sergisi'ni anımsattı. Sergide kuruluşundan o güne FIAT otomobil modelleri gösterilmekte; poster, kartpostal, vb. hediyeler verilmekte ve 4 - 5 katlı binaların en üstündeki deneme pisti de bir otobüsle gezdirilmekteydi. 1980'li yılların başlarında FIAT fabrikaları Torino şehrinin merkezindeki fabrikalarını (Karaköy'den Tophane'ye kadar denilebilecek bir alan) şehir dışına nakletmeyi kararlaştırmıştı. Şehrin tam merkezindeki fabrika alanını da Torino kentine bağışlamıştı. FIAT firmasının bu alanın düzenlenmesi konusunda açtığı uluslararası yarışmaya başvuran 100'ü aşkın proje içinden 20'si de sergileniyordu. Her bir proje yaklaşık 100 metrekare bir mekanda ziyaretçilere sunuluyordu. Her bir proje bölümünden çıkarken konulmuş olan bilgisayara projeyle ilgili görüşlerinizi kaydediyordunuz. Sonuncu soruda da eğer ilave edeceğiniz hususlar varsa çıkıştan önceki özel bir bölümde görüşlerinizi belirtmeniz rica ediliyordu.."
      ***
      Yukardaki örnek kent halkına saygılı bir anlayışın sonucudur.
      Kent halkına saygısız bir anlayışın pırıl örneği ise İstanbul'da yapılandır.
      Kültür Bakanlığı duruma el koymalı, mevcut ilke kararı doğrultusunda, projeyi Koruma Kurulu karara bağlamadan Mimarlar Odası'nın ve diğer uzman kuruluşların görüşüne sunmalıdır.
      Burada görev Bakan İstemihan Talay'a düşüyor. Savsaklanmayacak bir görevdir bu...
      Trafik canavarına karşı şarkılı kampanya başlatılmış...
      Bizden de birkaç şarkı katkısı:
     Â"Ömrüm seni sollamakla nihayet bulacaktır!.."
      "Yeter ki, sağ gel bana, senede birgün..."
      "Bir bahar akşamı tosladım size, sol şeritte telaş içindeydiniz!.."
      "Ömürümüzün son TEM'i, sonbaharıdır artık, maziye bir bakıver ne kazalar yaşadık!.."
      (Bizden bu kadar... Biliyoruz ki sayın okurlarımızın aklına hemen bunlardan çok daha güzelleri gelivermiştir. Bir zahmet e - mail , faks veya posta ile bildirirlerse... yayınlarız...)
      Profesör Türkan Saylan'ın gönderdiği notu hep birlikte okuyalım:
      "...Bu hafta sonu evime gazetelerimle birlikte birçok parlak dergi geldi. Bunların kapakları ve içleri sosyetemizin zengin ve şık kadınlarının dekolte fotoğrafları, artistlerimizin seksi görüntüleri ve lüks gece kulüplerindeki dans sahnelerinin öyküleriyle doluydu.
      Oysa haftasonu, Şırnak'tan, İdil'den Adapazarı'na pamuk ve fındık toplamaya giden 35 canın Aksaray'da kaza geçirdiğini, 18 İdilli gencin öldüğünü, Çakır ailesinin 7 bireyinin yok olduğunu hiç ama hiç kimse bilmek duymak istemiyordu.
      Ülkemizdeki bu korkunç uçurum acaba, parlak dergilere konu olanların uykusunu hiç kaçırmıyor mu?..
      Sayın Hocam'a yanıtı biz verelim: "Kaçırmıyor" efendim.
      Geçen hafta 15 askerimiz bir gecede şehit oldu. Ajda Hanım'ın ayağını fare ısırması kadar yankı yapmadı ülkede. Bir yanımız uyuştu.
      Okurumuz N. henüz 16 yaşında bir genç kız... Pırıl pırıl bir lise son sınıf öğrencisi... Gönderdiği "e mail" notlarından tanıyoruz kendisini... Fatih Çukurbaston'daki Eğitim Parkında satranç, ping pong, bilgisayar öğrenmiş... Satranç ve ping pong'da Türkiye şampiyonalarına katılıyor. Kendi yaşıtı olan kızların spor vb. uğraşlara olan ilgisizliğinden yakınıyor. Çoğunun aklının diskotekte, evlilikte vs. oluşunu garipsiyor. Kendi geleceğinden kuşkusu yok. Derslerinde başarılı. Türkiye'nin geleceği konusunda ise kötümser:
     Â- Ãœlkenin geleceÄŸini pek parlak görmüyorum, diyor, Meclis'te benden bilgisiz insanlar benim geleceÄŸim hakkında karar alıyorlar. Nasıl ümitli olabilirim.
      Kulağına bir milletvekili adayının şu sözleri ulaşmış:
     Â- Milletvekili olmak için 50 milyar lira harcarım. Seçilince o parayı birkaç katıyla çıkarırım...
      Hırsızlık artık hayat biçimi oldu, diyor ve soruyor:
     Â- Sizce bu ülkenin kaç senesi kaldı... Bize tarih dersinde ulus olabilmek için o ülkedeki insanların aynı amaç için çalışmaları gerekir, demiÅŸlerdi. Amaç kalmadı. Yani biz ulus olma özelliÄŸimizi kaybetmekteyiz. Peki biz neyiz? Herhalde dalından kopmuÅŸ, oradan oraya savrulan bir yaprak... Ä°nÅŸallah çürümemiz uzun sürer.
      İnternet'te gençlerin bir ortak sohbetine katılmış ...
     Â- Düşünceleri çok iç karartıcıydı, diyor, hepsinin bu ülkeden kaçıp kurtulmak istedikleri sonucunu çıkardım. Ãœlkemi savunmakta zorluk çektim. Neyi nasıl savunacaktım. Hırsızları, çeteleri, sahtekarları mı? Halkı da savunacak söz yok. Çünkü onlar istemese bunlar olmazdı. Yani ülke kaçıp gidilecek bir yer oldu. Çok üzülerek yazıyorum bütün bunları. Dün bütün gün onu düşündüm. Ben ne için, kimin için çalışayım. Kendimi kurtarmak için asla çalışmam; çünkü o zaman herkes gibi olurum...
      Bu genç okurumuza kaçmanın umut olamayacağını... Türkiye'de yardıma muhtaç olup bunu hakeden pek çok insan bulunduğunu anlatmaya çalıştık. Gelecek kuşakları eğitmek, onlara mutlu yaşam alanları açmak... Bir yüce uğraş olabilirdi herşeye rağmen.
      Nasihat vermek çok zor değil de... Yukardaki satırlarda şekillenen acı tabloyu nasıl değiştireceksiniz?.. Umutsuzluk yaşının 16'ya, hatta daha aşağılara düştüğü bir ülkede, kendi yarınları için bütün yeteneklere sahip gençlerin, hatta çocukların umutsuzluk çemberi içinde kıvranmasını nasıl önleyeceksiniz?
      Daha doğrusu onları bu duruma nasıl ve neden düşürdük?..
      Oturup düşünelim bakalım...
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr