Bugün 24 Kasım... Öğretmenler Günü... 1980 öncesinde öğretmenlere ithaf edilmiş özel bir "gün" yoktu. Bu armağanı onlara, 200 bin üyeli meslek örgütlerini kapatıp binlerce eğitimciyi cezaevine (ve sürgüne) yollayan 12 Eylül yönetimi verdi... O günden bu yana 24 Kasım'larda öğretmenler "hiç olmazsa bir günlüğüne" el üstünde tutuluyor, bu vesileyle dertlerini anlatma fırsatı buluyorlar!.. İşte dün, yine bir 24 Kasım öncesi Eğitim - Sen yöneticilerinden Alaaddin Dinçer'in bize anlattıkları:
      - Kimseler farkında değil ama ülkemizde değişik türde bir "beyin göçü" yaşanıyor. Öğretmenlerimizin en verimli çağlarında emekliye ayrılmalarıyla ortaya çıkan değişik türde bir "beyin göçü..." Öylesine bir kopuş ki bu, eğitim emekçilerinin emeklilik yaş ortalaması "45"e kadar düştü. Geçtiğimiz yaz döneminde emeklilik için başvuran öğretmen sayısı, ülke genelinde 20 bin, İstanbul'da ise 2 bindir. Bu hızla giderse (taşrada değil, dikkat edin;) İstanbul'da halen 8 bin 800 olan öğretmen açığının katlanarak büyüyeceğini kestirmek hiç de zor değil.
     Â- Peki neden genç yaÅŸta emeklilik istiyor öğretmenler?..
      - Birçok sebebi var. Bir tanesi, ücret ve sosyal hakların yetersizliği... Düşünün, bugün 1 yıllık öğretmenin eline geçen para 97 milyon liradır. 25 yıllık bir öğretmen ise 126 milyon lira maaş alır. Son verilen yüzde 25 zamla "160 tane" simit alabiliyoruz ancak... Büyük şehirlerde görev yapan öğretmenlerin yüzde 70'i "ek iş" yapıyor. Yüzde 60'ı kirada oturuyor. Hal böyle olunca özel okul ve dershanelerden gelen cazip ücret tekliflerine yönelebiliyor arkadaşlarımız. Emekli olduktan sonra başka işler yaparak yaşam standardını yükselteceklerini düşünüyorlar. Emekli ikramiyesini değerlendirme isteği, hatta emekli ikramiyesine el konacağı kaygısı da meslekten kopuş sebepleri arasında...
      Arkadaşımız Fahrettin Fidan, dün 2'inci Din Şurası'nda karşılaştığı Hak - İş Genel Başkanı Salim Uslu ile ayaküstü sohbet ediyordu ki, yanlarına biri yanaştı, kırık bir Türkçeyle kendileriyle tanışmak isteyen yanındaki şahsı takdim etti. Tanıştırılan kişinin İran'ın yeni Ankara Büyükelçisi olduğunu öğrenen arkadaşımız sordu:
     Â- Türk kamuoyu eskiden Ä°ran'ın Ankara büyükelçilerini yakından tanırdı. Oysa sizi hiç tanımıyoruz sayın Büyükelçi... Neden acaba?
      Büyükelçi, lafı hiç dolandırmadan soruyu yanıtladı:
     Â- Çünkü siz bizim eski büyükelçilerimize haksızlık ettiniz. Onları insafsızca eleÅŸtirdiniz. Hatta son büyükelçimizin Türkiye'den uzaklaÅŸtırılmasına basın olarak sessiz kaldınız. Ben de bu yüzden gazetecilerle konuÅŸmama kararı aldım.
      - İyi ama sözünü ettiğiniz elçileriniz bizim içişlerimize karışıyordu. Rejim karşıtlarımız ile ortaklaşa paneller, toplantılar düzenliyor, kendi iç sorunlarımız hakkında görüş belirtiyor, eleştirilerde bulunuyorlardı. Aynı şeyleri bizim Tahran'daki büyükelçilerimiz yapsaydı sizin kamuoyunuzun ve basınınızın tavrı farklı mı olurdu?
     Â- Bu sorunuza cevap vermek istemiyorum.
      - Hiç olmazsa adınızı öğrensek...
     Â- Hayır, adımı da söylemem. Bir gün sizi büyükelçiliÄŸimize davet ederim, orada uzun uzun konuÅŸuruz, olur mu?
      - Davetinizi sabırsızlıkla bekliyorum.
     ÂHazret, "temiz ve dürüst lider"di!.. Hırsızlığın, yolsuzluÄŸun her türüne karşıydı ve her çeÅŸidine karşı savaÅŸ açmıştı!.. 100'e yakın ANAP'lı milletvekilinin imzasını taşıyan "Tansu Çiller'in Mal Varlığının AraÅŸtırılmasına Ä°liÅŸkin Meclis SoruÅŸturması Önergesi"ni de bu amaçla verdirmiÅŸti.
     ÂTansu Çiller temizlik ve dürüstlükte geri kalır mı? O da aynı önergeyi Hazret için verdirmiÅŸti.
      Komisyon toplantılarında kavgalar, dövüşler, küfürleşmeler gırla gitti...
      Ama o da ne!.. Dün her iki taraf, "Pardon, biz sizi haksız yere suçlamışız!.. Siz temiz bir lidermişsiniz!" deyip adamları vasıtasıyla birbirlerini bir anda aklayıvermesin mi?.. Onlar yetmezmiş gibi... Çiller ve Mesut Yılmaz komisyonlarında bulunan DSP'li üyeler de aynı şeyleri söylemesinler, aynı yönde oy kullanmasınlar mı?..
      Film, iki yıl kadar önce gördüğümüz filmin aynısı... Tek değişiklik oyuncuların bir bölümünde... İki yıl önce başrolde Refahlılar vardı... Hatırlarsınız, DYP ile koalisyon gündeme gelince kendi tükürdüklerini yalamışlar, Tansu Çiller aleyhinde verdikleri soruşturma önergesini kendi oylarıyla reddetmişlerdi...
      Bu defa Maskeli Leydi'yi ANAP'lılar kendi liderlerini kurtarabilmek için kurtardılar.
      Kirli denge kuruldu.
      Bir evde karı kocadan biri sarımsak yerse diğeri de yer... Ki, gece yatak odasında birbirlerinin ağzından çıkacak sarmısak kokusunu duymasınlar. İki kişi birden sarmısak yerse birbirini kokusunu almaz. Ama üçüncü şahısların burnuna leş gibi gelir, o iki kişi tarafından duyulmayan koku...
      Bilemiyoruz anlatabildik mi?
      Hürriyet gazetesinin dünkü ekonomi sayfasında yanyana iki haber:
     Â"Türkiye 10 ayda 94 trilyonluk rakı içti..."
      "10 yeni baraja 52,6 trilyon harcanacak..."
      Haberleri yorumlayan okurumuz Dr. Muammer Gül bakınız ne diyor:
      - Yıllardır "Meyhane köşelerinde ziftlenip sarhoş oldukları için" aşağılanan akşamcıların, memlekete barajlar kurmak uğruna kendilerini feda ettiklerini bu iki haber ne güzel belgeliyor....
      Vatan ve millete 10 ayda 18 baraj kurdurabilmek uğruna aile bağlarını ve sağlıklarını tehlikeye atan bu gizli kahramanların önünde saygı ile eğilmek ve karargah olarak kullandıkları meyhanelere "barajhane" ismini vermek, acaba onların bugüne kadar katlandıkları maddi ve manevi fedakarlıklarını tamire yeterli olabilir mi? Ne dersiniz!..
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr