Ünlü bir düşünürün sözüdür:
     Â"Büyük adamlar küçük gaf yapmaz"
      Bu sözü FP Genel Başkanı Recai Kutan'ın Alevilerin bir kolu olan Nusayrileri "sapık bir anlayışın temsilcileri" olarak niteleyen sözleri üzerine hatırladık. Gerçi yapılan uyarılar üzerine Recai Kutan ülkemizdeki Alevilerle Nusayrileri bir tutmadığını söylemiş. Ama balta taşa vurulmuş bir kere...
      Yalnız Suriye'de değil, Türkiye'de de özellikle güney yörelerinde çok sayıda sayıda Nusayri yaşıyor. Ansiklopedileri taradık. Nusayri - Müslüman ayrılığı Osmanlı döneminde gündeme gelmiş. Ancak 2'inci Abdülhamit, Nusayrilerin kendilerini müslüman olarak savunmaları üzerine onlar için cami yaptırmış, aralarından imam seçtirmiş. Nusayriler Osmanlı Meclisi'nde yer almış.
      Bırakalım tarihi de bir yana...
      Kendi müslüman kimliğiyle övünen bir siyaset adamının bir başka dinin mensuplarını yargılaması ve aşağılaması dinsel özgürlükle, inanca saygı ve dinsel hoşgörüyle bağdaşır mı? Bir siyasi anlaşmazlığı dinsel anlaşmazlığa dönüştürmek siyasi akla uyar mı?
      Sonra siz manzaraya bakın... Irak'tan Suudi Arabistan'a, İran'dan Libya'ya, Yemen'den Mısır'a, ne kadar müslüman ülke varsa hepsi Nusayri Hafız Esat'ı destekliyor. Hiçbiri "Halkı müslümandır" diye Türkiye'ye sempati ile bakmıyor. Demek ki beğenmediğimiz Araplar bile siyasete ortak çıkarlar ve Arap dayanışması açısından bakma bilincine ulaşmış. Bizim "Müslüman ortak pazarı", "Müslüman NATO'su" gibi hayaller içindeki FP'lilerimiz ise bu manzaradan ders almak yerine hala dinsel ayrılığı siyasi sonuca dönüştürme hevesinde. Allah akıl fikir versin.
      Profesör Oğuz Lav dostumuz arkadaşlarıyla Nemrut'ta güneşin doğuşunu seyretmeye gitmiş. Bir gece önce Adıyaman'da Beyaz Saray Restoranda hafif rakılamışlar. Yemeğe orgu ve güzel şarkılarıyla eşlik eden solist Hüseyin Delibalta sonradan yanlarına gelmiş. Sohbeti koyulaştırmışlar. Hüseyin Delibalta gündüzleri vergi dairesinde çalışıyormuş. Söz arasında geçen ramazan ayında geçen bir olayı aktarmış masadakilere:
      ...Efendim vergi dairesinin müdürü geçen ramazanda mesaiyi iftara göre ayarlamış. Hanımların saat 16'da, erkeklerin saat 16:30'da işten çıkabileceklerini bildirmiş. Ve ertesi gün Hüseyin Delibalta işi 15 dakika erken terkederken müdüre yakalanmış... "Nereye saat daha 16: 15" demiş müdür. Hüseyin Delibalta demiş ki:
     Â- Efendim siz hanımların mesaiyi 16'da, erkeklerin 16.30'da terkedeceÄŸini söylediniz. Bu duruma göre benim çıkış saatimin 16:15 olması lazım...
      Milliyet gazetesi el değiştirdi, gazetemizin sahipliği Aydın Doğan’dan Korkmaz Yiğit’e geçti. Haber yukardaki iki cümleden ibaret. Ancak dün hüzünle uğurladığımız Aydın Doğan’la ortak anılarımız 12 cilde sığmayacak kadar çok... Aydın Doğan’la tam 12 yıl birlikte çalıştık. İlişkimiz çoğu zaman bir patron - yazar ilişkisini geçti. Aydın Bey’in mütevazı kişiliği sonucu dostluk hatta arkadaşlık halini aldı. Aydın Bey’i iş hayatında başarılı kılan en önemli özelliği de sanırız bu insancıl tevazuudur. İnsanları mevkiine, parasına, mesleğine, işine, işyerine göre ayırdetmez. Çoğu kez tanığı olduğumuz gibi Cumhurbaşkanı’ndan odacısına kadar herkesi aynı düzeyde kabullenir, herkesin karşısında aynı mütevazı kimlikle yer alır.
      Aydın Bey’in çok iyiliğini gördük. Ancak en büyük iyiliği 12 yıl boyunca bizlere kol kanat germesi oldu. Yazdığımız yazılar (tabii diğer yazarların yazıları da) sayısız defa onu dostlarıyla, siyasetçilerle, iş çevreleriyle karşı karşıya getirdi. Bizim yüzümüzden sayısız defa dostlarının sitemlerine hatta eleştirilerine muhatap oldu. Bir kısmını dolaylı yoldan duyduk. Bir kısmını hissettik. Ancak o hiçbir zaman bize bunun sözünü etmedi. Dostlarının sitemlerini "Biz yazarlarımıza karışamayız" diyerek geçiştirdiğini biliyoruz. Bir gazete sahibinin en zorlandığı durum bu olmalı... Gazete sahipliği adına göstermesi gereken en büyük meziyet de...
      Sevgili Aydın Bey’i temiz ve hoş anılarla uğurluyoruz. Herkesin gönlünde benzer duygular bıraktığını biliyoruz. Bundan sonrası için yeni başarılar ve mutluluklar diliyoruz.
      Sayın Korkmaz Yiğit’e "hoşgeldin" diyoruz.
     ÂUÄŸur Dünar'ın Arena programında gerilim filmi lezzetinde konular iÅŸlenmiÅŸti yine... Ömer Lütfü Topal'ın iÅŸlettiÄŸi cinayetleri baÅŸkalarının üstüne yıkışına iliÅŸkin bölüm hayli ilginçti. Bodrum'da vurdurulan bir ortağın katilleri kaçırılmış, yerine para teklifiyle üç sahte katil bulunmuÅŸ, yargılanıp hapse attırılmıştı. Bu olay hukuk skandalı baÅŸlığıyla verildi ama... Bizce olayın içerdiÄŸi ekonomik skandal daha büyüktü. Üç sahte katil, bu cinayeti, 100 - 150 bin dolar için üstlenmiÅŸti. Paraları alamamaları bir yana.. Ä°nsanların 100 bin dolar için ömür boyu hapis yatmayı göze alması da... BaÅŸlıbaşına bir sosyal ve ekonomik skandal deÄŸil mi?
Yazara E-Posta: M.Asik@milliyet.com.tr