Rusya-Ukrayna savaşı kızışırken bir nükleer savaştan giderek daha sık söz edildiğini duyuyoruz.
Rusya savaşı kaybetmeye başlarsa nükleer silahları devreye sokabilir, görüşü gittikçe güç kazanıyor.
Bu konu Türkiye’yi ilgilendiriyor mu?
Çok ilgilendiriyor. Pek farkında değiliz ama bir nükleer savaşta pekâlâ ilk hedeflerden biri olabiliriz.
ABD’nin Avrupa’da 150 dolayında nükleer başlığı var. Bunlar Belçika (20), Almanya (20), Hollanda (20) İtalya (40) Türkiye (50) şeklinde beş ülkeye dağıtılmış durumda. En büyük nükleer cephanelik bizde. Tabii silahların tetiği bizim elimizde değil. Bombalar İncirlik üssünde ABD’ye kiralanmış depoda duruyor. B61 tipi bu bombalar geliştirilmiş F-16 uçaklarıyla taşınarak hedefe sevk edilebiliyor. ABD bir savaşta bunları kullanırsa bizim Adana ili de nükleer hedeflerden biri olabilir.
İncirlik’teki bombaların geri çekilmesi halen Amerika’nın gündeminde. Türkiye ile ilişkilerin giderek sıkıntılı bir hal alması sonucu bu bombaların güvenli bir ortamda bulunmadığı düşüncesi yaygın Washington çevrelerinde.
Türkiye de onlardan önce bu bombaların geri alınmasını talep edebilir. Etmelidir. Bize hiçbir faydası olmayan bu savaş araçları başımızı bir anda belaya sokabilir. Yok yoluna gideriz.
Ek bilgi:
(http//fas.org/blogs/security/2019/10/nukes-out-of-turkey/)
DEDÜK
Ahmet Davutoğlu’nun liderliğini yaptığı Gelecek Partisi’nin tanınmış isimlerinden Selçuk Özdağ:
- Başbakanlık Meral Akşener’in değil Ahmet Davutoğlu’nun hakkı, o koltuğu bizden çaldılar, bizim hakkımız, demiş.
Seçimler yapılacak, Millet İttifakı kazanacak, iki yıl sonra parlamenter düzene geçilecek, başbakanlık o zaman en çok oyu alan partinin liderine verilecek.
Özdağ, “İşte o başbakanlık bizim hakkımız” diyor.
Karadeniz fıkrası ünlüdür:
Balıkçılar birbirine girmiş, ölümüne dövüşüyorlar.
Biri sormuş:
- Hayrola neyi paylaşamıyorsunuz?
- Denizin dibindeki altın dolu sandığı.
- Deniz dibinde altın dolu sandık mı bulundu?
- Mesela, dedük…
ATTIK
Lüksemburg karşısında Milli Takım ecel terleri döküyor. 3-2 yenik durumdayız ve maçın bitimine artık sayılı dakikalar var. İşte o anlarda, top Lüksemburg kalecisine geldiğinde tribünlerdeki seyirciler başlıyor sahaya madde atmaya. Maç bu yüzden duruyor. Bizim futbolcular el kol işaretiyle seyirciyi teskin ediyor. birkaç dakika sonra aynı sahne tekrarlanıyor. Maç tekrar duruyor.
Futbol terbiyesi yanında futbol şuurunu da kaybettik.
UÇAN PARALAR
Futbolda zaferlere susayan halkımız önceki akşam televizyonun karşısına büyük bir umutla oturdu. Karşımızda yıllar yılı averaj takımı olarak bilinen Lüksemburg Milli Takımı vardı. 630 bin nüfuslu, bizim Ümraniye ilçesinden bile küçük bu ülkenin takımını çiğ çiğ yiyecek, gole olan açlığımızı giderecektik.
Maç başladı. Adamlar ilk golü attı. Tesadüf dedik. Biz attık. Onlar attı. Sonunda 3-3 beraberliği zor kurtardık. Açıkça, onlar futbolu bizden iyi biliyor bizden iyi oynuyorlardı.
Beraberliği hak etmemiştik.
Peki,i bu seviyeye nasıl indik?
Spor yazarı Atilla Türker’in “Futbolun Arka Bahçesi” adlı kitabı var raflarda. Enfes bir çalışma. Orada transfer sezonunda uçan paralar, dönen dolaplar, sergilenen entrikalar anlatılıyor.
Yıl 2015, şubat ayı... Galatasaray Kulübü Divan Kurulu toplantısı... Kürsüye çıkan Külüp Başkanı, saygın isim Duygun Yarsuvat bir önceki yönetimi anlatıyor:
“Galatasaray’ın malı deniz, yemeyen domuz, düşüncesiyle hareket etmişler.”
Bir yönetici, “9 milyona mal olacak üç futbolcuya -Bruma, Telles, Sercan- 22 milyon euro verildi, 13 milyon komisyoncuların cebine gitti” diyor.
Ne adı geçen önceki başkan bu iddiaya yanıt veriyor, ne kulüp, ne Federasyon ne Maliye soruşturma başlatıyor.
Sözünü ettiğimiz kitapta buna benzer pek çok örnek yer alıyor. Menajerlere genelde yüzde 10 komisyon veriliyor. Bizim futbolda bu oran yüzde 20’lere çıkıyor. Geri kalan yüzde 10 nereye gidiyorsa...
Lüksemburg’un seviyesine düşmek kolay değildi.
Bunu başarmak için çok çalışmışız!
ARITMA
Gazetelerde yine Ergene Nehri’nin kirliliği tartışılıyor. Ergene çevredeki fabrikaların atıkları yüzünden dünyanın en kirli nehirleri arasında yer alır. Bir türlü temizlenemez!
Yıl 1999... Eleştirilerimiz üzerine Çorlu’da Zorlu Linen tekstil fabrikasını gezmeye davet edildik. Gittik gördük. Fabrika 1.5 milyon mark sarfıyla bir arıtma tesisi kurmuştu. Bir akvaryum yapmışlar, atık su akvaryumdan geçiyor, içinde balıklar yüzüyordu. Suyun kirli olmadığı hem renginden hem balıkların neşesinden anlaşılıyordu.
Neymiş şirketin zoru derseniz... İsveçli firmalar arıtma tesisi kurulmadığı takdirde ithalat yapmayacaklarını bildirmişler. Bunun üzerine şirket masrafa girmiş, arıtma tesisi yaptırmış. Öteki fabrikalar ise kirli üretime aynen devam ediyordu
Ezcümle: Ülkemizi İsveçliler kadar düşünemedik.