DYP'li eski bakan Nafiz Kurt, 1994'de devlet bakanıyken Ziraat Bankası New York Şubesi'nde 50 bin dolarlık hesap açtırmış... Bu parayı bankaya şube müdürü Taner Köseler götürüp elden yatırmış. Para daha sonra Cengiz Uzunal adlı bir işadamının hesabına aktarılmış. Ziraat Bankası Teftiş Kurulu, konuyla ilgili bir soruşturma başlatmış. Emin Çölaşan konuyu Hürriyet'teki köşesinde ikidir yazıyor. Bu paranın kaynağını ve bankada yapılan işlemlerdeki garipliklerin sebebini soruyor. Ne Ziraat Bankası, ne Nafiz Bey'den ses çıkmıyor. Emin Çölaşan bu konuda dün yazdığı ikinci yazıya "Nafiz Bey'de tık yok" başlığını atmıştı. Eski milletvekili ve gazeteci Cüneyt Canver, dün Meclis kulisinde arkadaşımız Fahrettin Fidan'la sohbet ediyordu ki, uzaktan Nafiz Kurt göründü. Kurt yanlarından geçerken Canver ona dönüp saf saf sordu:
     Â- Nafız Bey sizde niye tık yok?..
      Nafız Bey, eliyle "Boşver!" der gibi bir hareket yaparak geçti gitti. Cüneyt Canver söylendi:
     Â- Adamda hakikaten tık yok!..
      Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu, eski Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir'in "tüp geçit"ten yana ısrarlı tavrıyla tam çelişki halinde İstanbul Boğazı'na "üçüncü köprü"den yana demeçler veriyor bir süredir. Kent dokusuna duyarlı sivil kuruluşların, şehir plancılarının, mimar - mühendis odalarının ve "İstanbullu"nun düşüncesini soran yine yok tabii...
      Telefonda bir "İstanbullu"; emekli subay İsmail Turunçoğlu:
      - Yıllardır İsviçre'de yaşayan bir aile dostumuzla görüştük geçenlerde. Bu gibi durumlarda orada başvurulan yöntemi anlattı: Diyelim ki bir bekçi kulübesi inşa edilecek... İnşaat alanı konusunda halkta ve ilgili meslek kuruluşlarında en küçük bir tereddüt oluşması halinde yerel yönetim, anında yöne halkına danışıyormuş. Halka mektuplar yazılıp anket yöntemiyle düşünceler öğreniliyor; genel istek ne yönde ise ona göre tavır takınılıyormuş. Bu anlatılanları içim sızlayarak dinledim. Bizim burada Üçüncü Boğaz Geçişi gibi dev bir proje ve buna bağlı bir sürü tereddüt var ortada.. Ama kentin asıl sahibi olan İstanbullu'ya gelip de ne düşünüyorsunuz diyen yok. Çoğunlukla belirli çevrelerin menfaatlerini gözönüne alarak karar veren bir - iki Bakan'ın ağzının içine bakmak zorunda kalıyoruz...
      İran'dan dönen bir arkadaşımızın ağzından Tebriz Camii imamının fıkra tadındaki gafını aktarmıştık dün... İmam, cuma hutbesinde, "Şu afet gibi yağan yağmura bir bakın ey cemaat! Öyle bir yağmur ki, bu havada it bile sokağa çıkmaz. Ama bir de şu cemaate bakın: Vali burada, Belediye Başkanı burada, Devrim Konseyi Başkanı burada..." diyerek büyük bir çam devirmişti. 1988 - 91 yılları arasında Tebriz'de ataşe olarak görev yapan Haluk Türesin Beyefendi aradı dün:
     Â- Bu olay gerçek deÄŸildir. Ä°ran'da cuma imamı Melakuti'nin saflığına iliÅŸkin olarak anlatılan bir fıkradır. Görevim sırasında ben de duymuÅŸtum, dedi...
      Bu düzeltmeyi yapan sayın okurumuza teşekkür ediyoruz...
      Günlerdir gündemimizi ve zihnimizi işgal eden "devlet sanatçıları" tartışmalarına dayanamayıp aradığını söylüyor okurumuz... Ve haklı bir yakınmayı dile getiriyor:
     Â- Hacettepe Ãœniversitesi'nden Prof. Nihat Bilginturan tıp literatürüne geçti; adı bir hastalığa verildi. "Behçet"ten sonra ikinci kez bir Türk bilimadamının adı veriliyor üzerinde çalıştığı hastalığa. Konuyla ilgili sadece Sabah gazetesinde mütevazı bir yazı çıktı. Onun dışında ne televizyonlar ne de gazeteler tek satır olsun söz etmedi Bilginturan'dan... Devlet sanatçıları meselesi ise magazin konusu olmaya devam ediyor hÆ’lÆ’...
      Gerçekten de Nihat Bilginturan, şu an bir avuç insanın haberdar olduğu bir büyük başarının altına imza atmış bir bilim adamı... Tirebolu'nun Yaraş köyünde görülen kalıtsal bir hastalık üzerinde çalışıyor 30 yıldır.. Hastalığın karakteristik özelliği, görüldüğü kişilerin boylarının ve parmaklarının "kısa", tansiyonlarının "çok yüksek" oluşu.. Tümü de 40 - 50 yaş arası tansiyona bağlı beyin kanamasından yaşamını yitiriyor. İşte Profesör Bilginturan, meşakkatli bir çaba sonunda bu hastalığın "sırrını" çözüyor: 12'inci kromozomda hipertansiyona ve boy kısalığına sebep olan bir gen...
      Elde ettiği bulgular, American Journal of Medical Genetics'te "Bilginturan Sendromu" adıyla yayımlanıyor ve Ord. Prof. Hulusi Behçet'ten yıllar sonra bir Türk hekimi daha tıp literatürüne geçiyor. Ama ne hazin ki... Bu bile Sibel Can ve Tarkan'a endekslenmiş hafızalarımızda herhangi bir iz bırakmaya yetmiyor.
      Dün telefondaki sohbetimizde Prof. Bilginturan, "medyanın ilgisizliği" konusuna hiç girmeden, mütevazı üslubuyla;
     Â- Åžimdi bu hastaların tansiyonlarını tedavi etmeye çalışıyoruz, diyor.
      Tedavi, gelecek nesillerin sağlıklı olmasını sağlayacak mı peki?..
     Â- Hayır. Erken ölümlerin önüne geçeriz belki. Ama hastalığın tamamen bitmesi için yörede yaÅŸayan ve bu hastalığa ait bulgular gösterenlerin "evlenmemeleri" gerekiyor. Çünkü ebeveynden biri hasta ise çocuklarının yarısı hasta oluyor. Ä°kisi de hastaysa tümü hasta oluyor. Hasta olanlara "evlenmemelerini" söyledik. "Yok, yapamayız, evleniriz..." dediler. "Peki, evlenin ama çocuk yapmayın!" dedik. "Yok" dediler, "biz buna razıyız. Çocuk sahibi de oluruz..."
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr