Bir satış... Bir yeni patron... Bir söylenti... Bir kaset... Bir hayal kırıklığı... Bir tepki... Bir isyan... Bir bekleyiş... Bir geri dönüş... Ve mutlu son...
     ÂChe Guevera bir yazısında:
     Â- Bir gazetenin ölümü bir evladın ölmesi gibidir, diyor, insan o zaman yaÅŸama sevincini, aÅŸkı, herÅŸeyi unutuyor...
     ÂMilliyet çalışanları; yazarı, çizeri, muhabiri, sekreteri, matbaa işçisi, teknisyeniyle... Özellikle YiÄŸit - Çakıcı kasetinin ortaya çıkmasından sonra iÅŸte o evlat acısını yaÅŸadılar...
      Milliyet gibi "Basında güven", "Temiz Toplum" gibi sloganların sahibi; iyilik, doğruluk, dürüstlük, temizlik için kavga veren bir gazete o malum kasetten sonra yaşayamazdı. Gazeteciler gazetecilik yapamazdı.
      Biz yazarlar geçen hafta çarşamba günü toplandık; gazetenin patronajı değişmediği takdirde topluca istifa edeceğimizi açıkladık. Haber bölümleri ve yazı işlerinden pekçok arkadaşımız bu karara katıldıklarını bizlere ilettiler. En göz yaşartıcı olan isimlerini bilmediğimiz ama ay sonunu getirecek kadar dahi aylık almadığını bildiğimiz birçok Milliyet mensubunun biz yazarlarla birlikte istifa edeceğini açıklamasıydı. Kararlarımız hem Korkmaz Yiğit'e hem Aydın Doğan'a bildirildi. Ve Aydın Bey'in tavsiyesiyle uzun bekleyiş başladı. Okurlarımıza o süreçte tek söyleyebildiğimiz "Sabredin ve bekleyin" olabildi. Biz de sonucu bekliyorduk. Nasıl bir bekleyiş mi? Dün Hakkı Devrim Ağabeyin söylediği gibi:
     Â- Hani bol nefes alıp suya dalar ve orada nefesin yettiÄŸi kadar beklersin ya...
      İşte öyle birşeydi....
     ÂAydın Bey'i dün karşıladık. Hasret giderdik. Gazetenin yeniden satışının gündemde olmadığını mutlulukla öğrendik... Sevindik.
      Teşekkür ediyoruz... Önce malum kaseti açıklayan Fikri Sağlar ve arkadaşlarına... Bülent Ecevit'e... Bizlere yol gösteren, duygu ve tepkilerimizi paylaşan okurlarımıza... Mücadelemizi yazan meslektaşlarımıza... Gazeteyi yeniden sahiplenen Sayın Aydın Doğan'a... Ve gazetecilik tarihine geçecek bir onur mücadelesi veren Milliyet çalışanlarına... Yürekten teşekkürler...
      Su istasyonları halkın sağlığı düşünülerek kapıtıldı malum...
      Emekli okurumuz Mahmut Bey aradı dün:
     Â- Bizim saÄŸlığımızı düşündükleri için büyüklerimize çok teÅŸekkür ederim,
      dedikten sonra ekledi
     Â- Ä°ki ÅŸiÅŸe suyu bu istasyonlardan 80 bin liraya alıyorduk... Bugün aynı miktarda suyu satın almak için 300 bin lira ödedim...
      Okurumuz devam etti:
     Â- Bu durumda pekçok dargelirli aile musluk suyuna dönecektir ve halkın saÄŸlığını koruyalım diyenler onları daha saÄŸlıksız su içirecektir...
      Okurumuz haklıydı...
      Ne var ki şişe suyu tekelleri daha haklıydı...
      Sağlık bahanesiyle rakipleri su istasyonlarının hortumunu kestirmişlerdi.
      Meslektaşımız Perihan Mağden, Dolmabahçe sırtlarında bütün yasaları delerek göğe doğru yükselişini sürdüren Gökkafes'le ilgili çok güzel yazılar yazıyor. Arada bir de durup genel ilgisizliğe bakarak:
     Â- Bu ucubeyi benden baÅŸka gören yok mu? diye soruyor...
      Sanırız Perihan kardeşimiz köşe başını tutmuş pek çok gazetecinin Süzer Holding tarafından Bahçeşehir'de villalandığını bilmiyor. Gazetecilerin bir kısmı vefa duygusuyla dopdolu olduklarından sessiz. İstanbullu ise genel ilgisizliği ve çaresizliği yüzünden... Çoğu adem, kentin hançerlendiğini değil zenginleştiğini düşünüyordur bön bön Gökkafes'e bakarken...
      Gelelim sadede..
      Bu mimari ucube aleyhinde imar mevzuatına aykırılıktan açılmış 14 dava dışında çok ilginç bir dava daha sürüyor. Meğer 1823 yılında Osmanlı Ordu Komutanlığının talebi ve Padişah'ın emriyle Gökkafes'in bulunduğu arazi üzerinde "inşaat yasağı" tesis edilmiş. Tapu siciline o dönem "Bu gayrımenkul üzerinde bina inşa olunmaz, irtifak hakkı vardır" sözcükleriyle işlenen yasak, Cumhuriyet dönemine geçişte Medeni Kanun'la da aynen korunduğundan, o arazi üzerine değil 28 katlı bina dikmek, bir "kondu" bile inşa etmek mümkün değilmiş.
      Değil de Gökkafes nasıl yükseliyor, diye soracak olursanız...
      Buyrun Beyoğlu Belediyesi Hukuk Müşaviri Gönül Arslan'ın dün bize telefonda anlattıklarında:
      - Tapu kütüğüne 1823'te işlenmiş olan "irtifak hakkı" şerhinde Gökkafes'in yükseldiği arsa üzerinde, çevredeki 4 bina sayılarak, o binalar lehine bir hükümle; "bina inşa edilemeyeceği" belirtiliyor. Lehine "irtifak hakkı" tanınan binalar Taşkışla, Maçka Kışlası, Silahhane (bugünkü İTÜ) ve şimdiki stadyumun yerinde o dönem havagazı üreten Gazhane binasıdır. "İrtifak", Gökkafes arazisinin sahipleri değişse bile geçerliliğini koruyan bir hukuksal olgu. Bu hakkın tapudan "silinmesi" (iptali) ancak çevredeki 4 taşınmazın bugünkü sahiplerinin muvafakatiyle veya "Bu hakkın kıymeti kalmamıştır" şeklinde bir mahkeme kararıyla mümkün. Araştırmalarımız sonucunda Süzer'in Gökkafes arazisini satın aldıktan hemen sonra konunun ileride problem olacağını hissederek (ruhsat başvurusunda bulunmadan önce) "irtifak hakkı"nı tapudan sildirdiğini saptadık. Ne mahkeme kararı var elinde, ne de o 4 taşınmazın sahibinin muvafakati. O dönem Tapu Sicil Müdürü'nün re'sen aldığı bir kararla kayıttan silinmiş.
     Â- Åžimdi ne olacak?..
      - Çevredeki söz konusu 4 taşınmazın sahipleri, yani İTÜ, Maliye ve İstanbul Belediyesi konuyu yargıda takip ediyor. Süzer'in Tapu'da yaptırdığı hukuk dışı işlemin saptanması ve "irtifak hakkı"nın kabülü yönündeki gelişme, Gökkafes'in gerçek anlamda sonu olacak...
Yazara E-Posta: M.Asik@milliyet.com.tr