Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Fazilet Partisi Kayseri Milletvekili Abdullah Gül'ün türbanlı eşi Hayrinusa Gül, başı açık fotoğraf vermediği için Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine kaydını yaptıramadı. Abdullah Gül ve eşi, başörtülü fotoğrafla kayıt yaptıramayacaklarını biliyorlardı. Önceden medyaya haber vererek bu olayı şova dönüştürdüler. Şovu önceki gün Danıştay'a dava açarak sürdürdüler. Hayrunisa Gül, ÖSYM'nin kayıtta şart koştuğu "Fotoğraflar son 6 ay içinde önden başı ve boynu açık şekilde olmalıdır" şeklindeki düzenleme konusunda Danıştay'dan yürütmenin durdurulmasını istedi.
       Şov da olsa buraya kadar bir diyeceğimiz yok.
       Bu noktada bir merakımız var.
       Acaba Danıştay ÖSYM'yi haklı gören bir karar verirse, Hayrunisa Hanım bu karara uyarak başı açık fotoğraf verecek mi?..
       Diyelim ki Hayrunisa Hanım bu karara rağmen "İnançlarım (veya giriştiğim eylem) başı açık fotoğraf vermeme uygun değil" dedi. Vermedi.
       Fazilet Partisi içinde önemli bir konuma sahip olan Abdullah Gül Beyefendi ve partisinin yöneticileri, Danıştay kararından sonra türban konusunda üniversite öğrencilerini kışkırtmaktan vazgeçecekler mi?..
       Öyle ya... Vereceği karara saygı duyuyorsunuz ki, bir hukuk kurumu olan Danıştay'a dava açıyorsunuz. Eğer dava lehinize sonuçlanırsa ÖSYM'nin bu karara uymasını isteyeceksiniz. Peki dava aleyhinize sonuçlanırsa kendiniz bu sonucun gereğini yerine getirecek misiniz?
       Gerçi Refah - Fazilet zihniyeti bugüne kadar türban konusunda Anayasa Mahkemesi, Danıştay hatta Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'nun kararlarını yok saydı. Üstelik iktidarda bulundukları sürede bir yasa çıkarıp konuyu netliğe kavuşturmayı da denemediler. Sadece öğrencileri üniversiteye karşı kışkırtıp Cumhuriyet yasalarında bir delik açmaya çalıştılar. Bu davranışı sürdürecekler mi? Yoksa Danıştay'ın vereceği karara saygı gösterip eğer karar lehlerine çıkmazsa, öğrencileri yasalara karşı kışkırtmaktan nihayet vazgeçecekler mi?
       Bekleyip göreceğiz.

       Türk Kütüphaneciler Derneği'nin 18'inci Genel Kurulu'nda dernek başkanı Yrd. Doç. Doğan Atılgan'a soruyoruz:
       - Kütüphanecilikte durumumuz nedir acaba?
       - Türkiye'de toplam 7 bin civarında kütüphane var. Bunun 5 bini okul kütüphanesidir ki, bunlara kütüphane demek için bin şahit ister. Sayısı bin 300 olan halk kütüphanelerimizin durumu da bundan pek farklı değil. 80 il halk kütüphanesinin yarısında kütüphanecilikle ilgisi olmayan kişiler, örneğin imamlar yöneticilik yapıyor.
     Â- Ya üniversite kütüphanelerimiz?
       - Onlarda da durum pek farklı değil. Yarısında ciddi anlamda kütüphane yok. Avrupa üniversitelerinde kütüphanelerin eğitimdeki yeri çok büyüktür. Öğrenciler zamanlarının büyük bölümünü dershanelerden çok kütüphanelerde araştırma yaparak geçirir. Bizim üniversitelerimizde ise kütüphanelerin çoğu okuma salonu olarak kullanılır.
     Â- Kütüphane ve kitap konusunda durumumuzu Avrupa ülkeleriyle mukayese etmeye kalkarsak...
       - Bizim açımızdan utanç verici bir manzara ortaya çıkar. İsterseniz bir tek İngiltere'yi örnek vereyim: Bu ülkedeki kütüphanelerin şu anda sahip olduğu kitap sayısı 131 milyon adet. Bizdeki toplam kitap sayısı 11.5 milyon. Toplam 75 adet gezici kütüphanemiz var, bunlardan 25 tanesi şoför olmadığı için gezemiyor!..

       İngiliz polisi, Murphy Richards adlı emekliyi, saç kurutma makinasını tehlikeli bir silah olarak kullanmak suçundan önce karakola götürmüş, sonra mahkemeye sevketmiş...
     ÂRichards'ın suçu mu?
       Evinin önünden yıldırım hızıyla geçen araçlara sinirleniyor, üzerine bir siyah kasket ve siyah pardösü giyiyor, kendini polise benzetiyor, saç kurutma makinasını hızla gelip geçmekte olan araçlara doğru tutuyormuş. Araçlar onu radarla hız kontrolu yapan bir polis sanıyor, görür görmez frene asılıyormuş. Evin önünde 80 - 100 metre fren izleri görülmüş.
     ÂM. Richards evindeki eÅŸyaları sokakta istediÄŸi gibi kullanabileceÄŸini iddia ederken, polis yetkilileri saç kurutma makinasını tehlikeli biçimde kullandığı için Richards'ı mahkemeye vermiÅŸler.

       Ürdün Büyükelçisi Süha Umar, Başbakan Yılmaz'ın Ortadoğu gezisine rastlayan bir dönemde, görev süresi bitmediği halde merkeze çağrıldı... Neden?
     ÂSuha Umar anlatıyor:
     Â- Aynı zamanda Av ve Yaban Hayatı Koruma, GeliÅŸtirme ve Tanıtma Vakfı BaÅŸkanlığını yürütüyorum. Vakıf olarak Türk halkının silahlanması konusunda kaygılarımız var. Ben de bir günlük gazetede Avcılar Kulübü adlı köşemde yazıyorum. Åžubat ayındaki yazımdan Devlet Bakanı Metin Gürdere rahatsız olmuÅŸ. Bu yazıda Gürdere'nin arka çıktığı politikanın yanlış olduÄŸunu belirtmiÅŸtim. Silahlara, yanlış yasa ve uygulamalara karşı mücadele verdim. Benim bakanıma yazılı ÅŸikayette bulunmuÅŸ. Bunun üzerine DışiÅŸleri de bana, `Artık yazma' dedi. Sayın Bakanın bizi koruması gerekirken SÄ°SÄ°AD adıyla bilinen Silah Sanayicileri ve Ä°ÅŸadamları DerneÄŸi'ni korumasını anlamıyorum. Benim üzerime pompalı tüfeklerin satışlarının yasaklanmasıyla ilgili çabalarımdan ötürü geliyorlar...
       Konuyu Metin Gürdere ile konuştuk. Süha Umar'ın kendisine bir yazıda hakaret ettiğini söyledi. Bakan, bu yazıdaki hakaret cümlelerinin altını çizerek Dışişleri Bakanlığı'na göndermiş. Yazının bir kopyasını da bize gönderdi. Altı çizili hakaret cümlelerini okuyalım:
     Â"...ATV Siyaset Meydanı'nda - Tasarıyı ben bloke ettim. Yeter mi? - diye topluma meydan okuyan Bakan Sayın Gürdere, topu bloke eden kalecinin bazen topla birlikte kaleye girdiÄŸini herhalde bilir.
       Canı, malı hergün biraz daha tehlikeye giren 65 milyon Türk ile geri gelmeyecek yaban hayatının atacağı şut, toplam 3 bin 545 işçi çalıştıran 24 silah fabrikasının - Çanakkale geçilmez - savunmasını yırtar, kaleciyi de topla birlikte kaleye sokar. Deneyimli kaleciler böyle durumlarda topu bloke etmez, yumruklar, işi sakata sokmaz..."
       Büyükelçinin yazdıkları işte bunlar.
       Altına insancıl duygular içindeki herkesin imza atacağı sözler.
       Doğal hayatı savunmuş... Ölüm saçan pompalı tüfeklere karşı, sorumlu her yurttaşın hakkı olan tepkiyi göstermiş... Silah fabrikalarının temsilcisi gibi davranan Bakan Metin Gürdere'ye "...topluma meydan okuyan Sayın Gürdere topu bloke eden kalecinin bazen topla birlikte kaleye girdiğini herhalde bilir" demiş.
       Sen misin diyen... Sen misin doğal hayatı korumak ve silah magandalığına karşı çıkmak gibi saygın çabaları bir sivil örgütün başkanı olarak yürüten...
       Diplomatı kasaba politikası ile devirmişler...
       Eğer Dışişleri ve toplumun diğer kesimleri böyle magandalıklara sessiz kalırsa... Adam bulamayız yakında iyiyi, doğruyu, güzeli savunacak...Ona göre...


Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr