Amerika Irak’a saldırıyı 17 Mart’ta başlatmayı planlıyor. 10 gün sonra dünya bir başka dünya olacak. Türkiye bir başka Türkiye. Ülke Cumhuriyet tarihinin en kritik günlerini yaşıyor.. Ne var ki toplum ne eşiğine geldiği felaketin farkında ne de hayatının son güzel günlerini yaşadığının... Hâlâ akıllar "derbi" de... Hükümet de "durum güllük gülistanlık" havasında...
Gözlerini petrol bürümüş Washington cellatları sebepsiz, haksız, hukuksuz bir saldırıyı 10 gün içinde başlatıyor. Tek belli olan Saddam’ı ortadan kaldırma bahanesiyle yüzbinlerce masumun öldürüleceği... Ortadoğu’nun harap olacağı... Bölge ülkelerinin ekonomik olarak 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl geriye gideceği... Amerika’nın peşinden bu savaşa sürüklenen ve barış zamanında bile zor ayakta duran Türkiye’nin çok zor günlere gebe olduğu...
Başbakan Gül, "Türk askeri savaşa katılmayacak" diyor. Umarız öyle olur, umarız bu savaş tek askerimizin burnu kanamadan biter. Ne var ki Amerika bizim hükümete her şeyi söylemiyor, sık sık sürpriz yapmayı seviyor! Üstelik savaşlarda bir gün sonra ne olacağını kimse kestiremez...
Uyanalım... Bizi hiç ilgilendirmeyen ama askerimizi ve halkımızı ölümle burun buruna getiren bu savaşın Washington’daki tüccarlarına var gücümüzle "Hayır" diye haykıralım. Çünkü bu savaşı ancak dünya halklarının ortak duruşu ve barışçı yüreği durduracaktır...
Çantasız eğitim başlayacakmış. Anababaların cüzdansız yaşadıkları bir devirde sözü mü olur?
Mısır’da savaş karşıtı gösterilere 200 bin kişi katılmış. Türk halkının yüzde 94’ü savaşa karşı olduğu halde halkımız meydanlarda Mısırlıların yarısı kadar tepki göstermedi... Işık söndürme zahmetine bile girmedi. Türk halkının tepkisizliği zamanında Azerbaycan’da Cumhurbaşkanı Elçibey’in de bulunduğu toplantıda konuşuluyormuş. Elçibey demiş ki:
- Bizim halkımız binlerce yıllık tarihinde sadece iki devlet kurabildi; biri Akkoyunlular, diğeri Karakoyunlular... Her iki devletin bayrağında da koyun resmi vardı. Daha fazla ne bekleyebiliriz..
Milletvekillerimizin isimlerini yavaş yavaş öğrenmeye başladık... Peki ya ana - baba’larının isimleri? O isimlerden bir demeti Meclis albümünden aktaralım da, görün isim koymakta milletçe ne yaratıcı bir ruha sahibiz...
Dudu, Kaffar, Ganime, Mehrinaz, Mahbup, Anberiye, Durkadın, Elfa, Fahrete, Supiye, Nefiye, Efrahim, Ayşete, Nasiha, Durdu, Siso, Rendi, Nefçi, Mirat, Laçın, Kışver, Hanume, Suriye, Altun, Memi, Urgış, Emriye, Yemuş, Yeter, Kebire, Gülüş, Serayi, Satıye, Hatem Tayyar, Selbi, Kumru, Peluze, Şahizer, Zileyha, Esme, Adike, Şehriye, Hürü, Şekure, Mavuş, Mediye, Feyruz, Bozan, Üveyş, Agit, Bavu, Fırengiz, Ağabey, Zorba, Fincan.
Tayyip Erdoğan’la birlikte devlete delikanlı üslubu gelecekmiş.
Yakında savaşa gireceğimize göre işin "kanlı" kısmı kesin de...
Devleti yabancıların akıl ve tavsiyeleri ile yönetmek haysiyetli bir durum değil... Ama maalesef tarihten bugüne alışılmış bir uygulamadır... Cevdet Paşa tarihinin yazdığına göre... Hicri 1219 yılında bu meyanda pek ibret verici olaylar yaşanmıştır. Tahtta Üçüncü Selim oturmaktadır. Osmanlı Devleti Rus belası yüzünden Fransızlara yanaşır, İngilizlere karşı tavır alır...
Kurban Bayramı’nda İngiliz donanması İstanbul’u gafil avlar, adeta baskın yaparak Sarayburnu önlerine demir atar...
İngiliz Elçisi Babıali’ye nota vererek Osmanlı donanmasının emanet olarak verilmesini ve kendileriyle bir antlaşma imzalanmasını ister. Halk donanmayı görünce müthiş paniğe kapılır. Padişah Vekiller Heyetini (vükelayı) toplar. Durum görüşülür. İngiliz isteklerinin kabulü ve Fransız elçisinin derhal İstanbul’u terketmesi kararlaştırılır. Ancak Fransız Elçisi Sebastian direnir, Saray’a şu mesajı gönderir:
"Böyle beş on gemiyle bir başkenti teslim etmek ne demektir? Bundan sonra Osmanlı Devleti bağımsızlığından ve toprak bütünlüğünden ne yüzle söz açabilecektir? Bu (İngiliz donanmasında) asker yok ki karaya dökülüp de ülkeyi ele geçirsin. Sadece Sarayburnu’na yeteri kadar top yerleştirirseniz bu donanmayı harap edebilirsiniz. Onlar için tehlike sizinkinden fazla olmalıdır... Yapabilecekleri İstanbul’u bir iki mahallesini topa tutup yıkmaktan ibaret kalacaktır. İstanbul’da esasen ikide bir yangın çıkıyor. Farz edin ki yine böyle bir yangın oldu. Yanan yerler yeniden yapılır ama bir kere yıkılan devlet itibarı ve haysiyeti bir daha yapılabilir mi?"
Padişah bu mesaj üzerine yeniden vekiller heyetini toplar. Bu kez Fransız elçisi de toplantıya katılır. Bakanları ikna eder. Gereken tedbirler alınır. İngiliz donanması için çekip gitmekten başka çare kalmaz...
Prof. İlhan Arsel, Osmanlı’da türeyen "Akıl Frenkten saltanat bizden" şeklindeki özdeyişin sebepsiz olmadığını bu örnekle anlatır.