Meksikalı gazeteci John Ross, "canlı kalkan" olarak Irak’a gitmeden önce İstanbul’a geldi. Ross, Beyoğlu’nda "Kara Kedi Kültür Merkezi"nde Irak’a niçin "canlı kalkan" olarak gittiğini anlattı:
- Körfez Savaşı’na gazeteci olarak katılmıştım. Cehennem Yolu denilen yerde, ABD’nin attığı misket bombalarıyla bir gecede 22 bin kişi öldü. İnsanların ayakkabıları, çantaları; bebek arabaları asfalta yapışmıştı. Daha da kötüsü; çölden gelen Amerikan askerlerinin, hiçbir şey olmamış gibi, ellerindeki sprey boyalarıyla arabaların üzerine sloganlar ve spor markalarının isimlerini yazmalarıydı. Çünkü bu onlar için sadece bir ‘oyun’du. Bu nedenle; bu kez oraya gazeteci olarak değil, "canlı kalkan" olarak gidiyorum."
Millet Meclisi milletin yüzde 90’ının hayır dediği savaşa evet diyecek mi? İşte bütün mesele bu...
Savaş başlayınca sınırımıza kaçacak mülteciler için önlem alınıyor. Bir soru ise bir türlü yanıt bulmuyor:
- Sınırımıza kim kaçacak?
Geçen defa Saddam korkusundan Kürt aileler kaçmıştı sınırımıza. Bu defa Amerika kuzey ve güneyden Bağdat’a saldıracağına göre Kürtlerin kaçması için sebep yok. Talabani de dün bu düşünceyi seslendirdi. Iraklılar ise kaçarsa Ürdün’e falan kaçar. Durum bu defa farklı görünüyor...
Silah denetçileri 60 gün Irak’ı didik didik etti. Saddam’ın saraylarından camilere kadar her yeri aradı. Tüten silah bulamadı.
Colin Powell, dün Birleşmiş Milletler’de şapkasından bazı ses bantları ve fotoğraflar çıkartıp masaya koydu. Kimse bu kanıtların doğruluğunu saptayacak durumda değildi. Ama çoğunluk Colin Powell’a inandı. Neden? Çünkü güçlü daima haklıdır. Ona inanmamak sıkar... Kimse "ABD elindeki bu kanıtları silah denetçilerine vererek doğrulatabilirdi, bunu neden yapmadı?" diye bile sormaz!
Tayyip Erdoğan diyor ki:
- Denklemin dışında kalırsak karar masasında olamayız...
Aynı terane Körfez Savaşı sırasında da dillerdeydi.
O yüzden ABD’ye her türlü desteği sağladık.
Ne var ki savaş bitiminde Türkiye’ye savaş tazminatı verilmediği gibi zaman içinde Kuzey Irak’ta fiilen Kürt devleti inşa edildi.
Amerika kimsenin hatırı için kafasına koyduğu planı değiştirmez.
Kendisine atılan kazıkları sineye çeken ülkelere metelik vermez.
Amerikalı "Oltaya takılmış balığın yeme ihtiyacı yoktur..." diye düşünür...
Müsamerenin ilk perdesi bitti, ikinci perde başladı.
Amerikan Başkan Yardımcısı Dick Cheney Başbakan Abdullah Gül’e telefon açarak "Üç kararı da bayram öncesi çıkartın" demiş. Başbakan Gül rest çekmiş:
- Hayır, demiş, asker konuşlandırma ancak bayram sonrası çıkar...
Başbakanlık kaynakları haberi gazetelere "Gül’ün resti" diye duyurdular. Cheney’nin bizim başbakana telefonla talimat verdiği gerçeğini iyi kamufle ettiler...
Hürriyet’in manşeti daha ilginçti...
"Acele edin" diyen Cheney’ye Başbakan Gül şu cevabı vermişti:
"Bu halka aynı anda hem Irak’ı hem Kıbrıs’ı kabul ettiremem."
Başbakan’ın yakınlarının sızdırdığı (ağzından kaçırdığı) anlaşılan bu sözler de çok anlamlıydı.
Demek ki Kıbrıs’ta da Irak gibi halkın kabul edemeyeceği bir taviz söz konusuydu.
Hükümet bunu kabul etmiş, sıra bunu halka kabul ettirmeye gelmişti.
İşte o yüzden Türk Başbakanı "hepsi aynı anda olmaz, sırayla" diyerek rest çekiyordu (!)...
Gazeteye göre "onu" şaşırtıyordu.
Tabii bu bizim basının yorumuydu.
Şaşırması gereken Dick Cheney değil ülkenin kapalı kapılar ardında nasıl satışa getirildiğini yavaş yavaş görmeye başlayan Türk halkıydı...
Tarihi günler yaşıyoruz... BM kararı... Uluslararası meşruiyet gibi sözlerden çark edildi... Bodoslamadan savaşa doğru gidiş başladı.
Irak’a savaş ilan eden ilk ülke oluyoruz...
Deniz Baykal’ın anlatımıyla... Erdoğan - Gül ikilisi Washington’da otel odalarında verdikleri savaş sözünü yerine getiriyor.
Ve henüz gireceğimiz zararların ve kayıpların nasıl telafi edileceği bile konuşulup karara bağlanmış değil.
Kısacası; binmişiz alamete, gideriz kıyamete...
Tayyip Erdoğan Irak konusunda "Denklemin dışında kalan karar mekanizmasında yer alamaz" demiş. Denklem mi? Irak’a çıkartma... Petrolü çarpma... Parsayı toplama...
Haldun Ertem