Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Her yıl bu zamanlar 1915 Ermeni hengâmesi gündeme geldiğinde hatırıma Hasan Esat Işık Bey gelir. (Eskiler 1915’e Ermeni Hengamesi derlerdi.)

Hasan Esat Bey “aydın ve yurtsever bir devlet adamı” denildiğinde aklıma ilk
gelen isimdir.

Kendisini tanımak, siyasetçi-gazeteci ilişkisini yaşamak ve yıllarca dostluk etmek onuruna eriştim. Bu benim için bir talihtir.

Hasan Bey gazeteci arkadaşımız Zeynep Atikkan’ın dayısıydı. Sanırım ilk tanışıklığımızı sevgili
Zeynep sağlamıştı.

Hasan Bey 1962-1973 yılları arasında Brüksel, Moskova ve Paris Büyükelçiliğinde bulundu. Paris Büyükelçimiz iken, Ermenilerin Marsilya’da yaptırdıkları ‘soykırım anıtı’ açılışına Fransız bakanlardan birinin katılmasının ‘Fransa bu iddiayı benimsiyor’ anlamına geldiğini söyleyerek Paris’i terk etmişti. Olay yalnız Türkiye değil Avrupa’da da yankılar yarattı. Yıllarca konuşuldu. Ne var ki sonraki yıllarda Ankara aynı duyarlığı sergilemediği için bu kin anıtları çoğaldı.

Haberin Devamı

Hasan Bey, 1973 yılında Dışişleri’nden ayrılarak CHP’de siyasete girdi. Bursa Milletvekili oldu. Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarında bulundu.

Onun için sıkıntılı günler 12 Eylül darbesiyle birlikte başladı. Siyaseten yasaklandı.

Anılar... Anılar... Hasan Esat Işık

Ancak o susmadı. Askeri hükümetin özellikle dış politikasını yakından izliyor, eleştirilerini hiç çekinmeden yayımlıyordu. Biz o sıralarda tanıştık. Hasan Bey her sabah “föy” (Fransızca feuille-yaprak) adını verdiği bir dış politika notu hazırlıyor, bunu faks ile tanıdığı siyasetçi ve gazetecilere gönderiyordu. Konsey üyelerine de mektuplar yazarak Rogers Planı ve Ermeni iddiaları başta olmak üzere her konuda onları uyarıyordu. Bana her sabah föy geldiği gibi sık sık telefon açıp merak ettiğim konularda yorumlarını alıyordum. Bu yorumları en sık kamuoyuna aktaran gazeteciydim. Herkesin sustuğu, siyasi yasaklılara vebalı gibi bakıldığı günlerdi. Birlikte karınca kararınca mücadele içindeydik. Hasan Bey Ankara’dan İstanbul’a geldiği günlerde yüz yüze görüşüyor, vakit uygunsa baş başa yemek yiyerek dostluğu sürdürüyorduk.

Haberin Devamı

Askeri yönetim Hasan Esat Bey’den rahatsızdı. Biricik oğlu Yusuf Işık, DPT’de çalışırken bir gün sol faaliyetten tutuklanıverdi. Donanımlı bir genç olan Yusuf’un suçu yoktu tabii. Bu tutuklamanın sebebi çok muhtemelen Hasan Bey’in mücadelesine duyulan öfkeydi. Bir sebep daha vardı. Hasan Bey, Savunma Bakanlığı sırasında Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasında ısrarcı olmuş ancak Genelkurmay Başkanı Kenan Evren buna karşı çıkmıştı. Bir sürtüşme yaşanmıştı. Ayrıca bunun öfkesi vardı.

Hasan Bey bir yandan ‘gölge dışişleri bakanı’ gibi çalışırken bir yandan da Yusuf’un üzüntüsünü yaşıyordu. Yusuf evliydi, bir de bebeği olmuştu. Hasan Bey her hafta Mamak’a Yusuf’u ziyarete gidiyor, hapishane kapısında bazen saatlerce kuyrukta beklemek zorunda kalıyordu. O günlerde kapıda görevli olan bir asteğmen yıllar sonra bana şu anısını nakletti:

- Hasan Bey’in kuyrukta beklemesine gönlümüz razı olmuyordu, onu nizamiyenin önüne koyduğumuz bir iskemleye oturmaya davet ediyorduk ama kabul etmiyor, halkın arasında kuyrukta beklemeyi tercih ediyordu.

Haberin Devamı

Sevgili Yusuf Işık üç yıl hapis yattı, sonra beraat etti. Çekilen acılar kâr kaldı.

Hasan Bey için İstanbul ziyaretleri bir nefes alma vesilesi oluyordu. Bir akşam yemeğine benimle birlikte Hıfzı Topuz Ağabeyimizi de davet etmişti. Topuz akrabasıydı. Arnavutköy’de birlikte yemek yedik. Çok hoş bir sohbet oldu. Hıfzı Ağabey gecenin bir saatinde bizden ayrıldı. Biz de kalkıp gazetenin bana verdiği araçla Kadıköy’e doğru yola çıktık.

Lokantada bir ara Hasan Bey Çamlıca’da bir arsadan söz etmişti. İmar zorluğu çıkarıyorlarmış. Benim çocukluğum da Çamlıca’da geçmişti. Sanırım o güzel gecenin sakin bitmesine gönlüm razı olmamıştı.
Yolda giderken:

- İsterseniz Çamlıca’ya gidip şu sizin arsaya bir bakalım, dedim. Hasan Bey kırmadı. Şoföre yolu tarif ettik. Arsayı bulduk. Kısıklı ile Küçük Çamlıca arasında ıssız bir yol vardır. Arsa o yolun hemen kenarındaydı. Saat gece yarısını geçmişti. Ortalıkta in cin top oynuyordu. Bizim şoför farları yaktı. Far ışığında arsaya çıktık, enine boyuna yürüyerek, biraz da eğlenerek keşfe başladık. Derken bir polis otomobili geldi, yolun kenarında durdu. İnen iki polis bizim şoförle biraz konuştular. Sonra bize yöneldiler. Ne olup bittiğini sordular. Bir şeyler anlattım. Tabii inanmadılar. Gece yarısı o manzaranın izahı olur mu? Kim inanır? Bizi karakola davet edebilirlerdi. Onu da yapmadılar. Kibar arkadaşlardı. Eve gitmemizi tavsiye ederek uzaklaştılar. Hasan Bey’i böyle bir maceraya sürüklemişliğim de vardır!

Hasan Esat Bey, Marsilya’daki Ermeni anıtına “Bu anıtlar kinleri ebedileştirir” diyerek tepki göstermişti. Ancak soykırım iddialarını yalnızca reddetmenin sonuç vereceğine inanmazdı. Türkiye’nin izlemesi gereken yolu şöyle tarif ederdi:

“Ben Ermeni sorununun sadece Türkiye için ele alınmasına karşıyım. Tarih pek çok soykırım veya soykırım iddiasından söz eder. Bunlardan yalnız biri üzerinde durmak insanlık saygısı değil, art niyetli bir politik tavırdır. Kabul edilemez. Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulacak bir komisyon, ‘tüm soykırımlar’ üzerinde bilimsel bir araştırma yapmalıdır ve devletler buna göre tavır almalıdır.”

Türkiye sonraki yıllarda soykırım suçlamalarına karşı tutarlı ve dirençli bir politik duruş sergilemediği için karşımızdaki cephe büyüdükçe büyüdü.

Hasan Bey’i 1989 yılında kaybettik. Hastalığı sırasında Dışişleri Bakanlığı yurt dışına göndermeyi önerdi. Hasan Bey kabul etmedi. Devlet hastanesinde yatıyordu. Son ziyaretimde onu, hastane yatağının üzerinde oturmuş, genç bir gazeteci hanımın dış politika sorularını yanıtlarken görmüştüm. Acısı yüzünden okunuyordu. Birkaç gün sonra da kaybettik. Bugün Çamlıca Çakaldağı mezarlığında, ülkesi ve halkı için var gücüyle mücadele vermiş bir yurtseverin huzuru ve onuruyla yatmaktadır.