Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu TRT’yi denetliyor... Bekliyorsunuz ki Genel Müdürü ve Kurum’u şöyle bir silkelesinler... Yolsuzlukları, adam kayırmaları, usulsüzlükleri ortaya çıkartsınlar.. Çok beklersiniz. Şimdi işler değişti. Müfettiş Genel Müdür’ün önünde ezilip büzülüyor:
- Efendim işsiz bir oğlumuz var mümkünse...
- Ne demek efendim yarın gelsin insan kaynakları ile görüşsün...
- Teşekkürler efendim kurumunuz da maşallah pırıl pırıl...
Sevgili Erdal Bilallar Star’daki köşesinde TRT Genel Müdürü Yücel Yener’e sordu:
- TRT’yi denetleyen Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyeleri arasında Namık Aydemir var mıydı? Aydemir’in kızı Aybüke Aydemir TRT’de işe alındı mı?
- Yine aynı şekilde kurumunuzu denetleyen Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyesi Alaaddin Savun’un askerliğini bile yapmayan oğlu Erdinç Savun TRT’de göreve başladı mı? Ve kısa bir süre sonra da askere gitti mi?
Yazı 6 Şubat’ta yayımlandı. Aradan iki hafta geçti. Ne TRT Genel Müdürü’nden ne sözü geçen müfettişlerden yanıt yok.
Müfettiş teftiş ettiği kurumla böyle alışverişlere girer mi?
"Başbakanlık" adına yapılan böylesi görev suiistimalleri görmezden gelinebilir mi?
İnsanları idare edebilmek için ya onlardan daha başarılı olmak gerekir ya da onlardan nefret etmek.
Disraeli
Dünyada milyonlarca insanın katıldığı mitinglere neden Türkiye’de 5 bin kişi katıldı? Çünkü devlet demokratik gösteri hakkının kullanılmasına izin vermiyor. Konuşmak suç, "yurtta sulh, cihanda sulh" demek suç, eline taşı alıp camı çerçeveyi indirmek serbest. Demokratik hak yoksa onu kullanan olur mu?
İstanbul’da yaşayanların yüzde 43.9’u kendini İstanbullu hissettiğini söylerken yüzde 44.9’u hissetmediğini, zaman zaman memleketine geri dönmeyi düşündüğünü söylemiş.
Pazar günü Haluk Şahin’in Radikal’deki sütununda okuduk bunları... İki sayfa ötede ise Yorgo Kırbaki İstanbul’u özleyen Rum’un İstanbulluya şu seslenişiyle bitiriyordu yazısını:
- Her şeye, her zorluğa, her sıkıntıya rağmen yaşadığınız şehrin değil iyisi, benzeri bile yok...
Bu şehri fethettik, talan ettik ama bir türlü keşfedemedik galiba...
ZBaşbakan Abdullah Gül’ü kutlarız. Güzel konuşmuş, doğruları söylemiş... Ancak şimdi değil... Muhalefet yıllarında... Tarih 31 Aralık 1993. Abdullah Gül, Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi üzerinde RP Grubu adına konuşuyor:
(...)Eğer hâkimiyet kayıtsız şartsız milletinse, milletin yüzde 95’inin, yüzde 100’üne yakınının bu işe "hayır" dediğini siz de biliyorsunuz.
Şimdi ben soruyorum: Ne zamana kadar, milletvekili arkadaşlarım, Türk halkının görüşlerini değil de yabancı uzmanların görüşlerini dikkate alacaklar?
(...)Bu bölgeye İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Amerikalılar hiçbir zaman hizmet için gelmemişlerdir. Bu bölgeye emperyalist emelleri için gelmişlerdir."
***
Tarih 19 Ocak 1993... Başbakan Gül Irak’ta meydana gelen son gelişmelerle ilgili konuşuyor:
(...) Amerikan uçakları İncirlik’ten kalkıp Musul’u bombalarken, Irak’ı bombalarken meşru müdafaa içinde midir? Irak’tan Türkiye’ye karşı, Amerikan uçaklarına karşı bir saldırı mı başlatılmıştır veyahut da Irak’ın kuzeyindeki veya güneyindeki insanlara karşı bir saldırı mı başlatılmış ki, meşru müdafaadan bahsedilmektedir?
Bunlar, maalesef, aslında hükümetin de inanmadığı, fakat mecbur kaldığı konular karşısında olaylara kılıf arama çabalarıdır."
Başbakan Abdullah Gül kendi kamuoyuna Amerika ile pazarlıkların sürdüğü ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını titiz biçimde koruduğu izlenimi veriyordu... Yunan Hükümet Sözcüsü galiba patavatsızlık etti!
Gül’ün Yunan Başkanı Simitis’e "Amerikan askeriyle ilgili tezkere bu hafta TBMM’den geçer" dediğini Yunan hükümet sözcüsü açıkladı.
Pazarlık eden ve kârlı çıkmak isteyen bir siyasetçinin tavrı değil bu...
İnsanın aklına ister istemez hükümetin 18 Şubat’ı atlamasının ve ABD’ye direndiği manzaralarının mizansen olduğu geliyor.
Bu arada ABD parayı bastırırsa TBMM’nin tezkereyi kabulünde engel kalmayacak havası basılıyor. "Onay için BM kararı şart" sözleri ne oldu? BM kararı olmadan da tezkere TBMM’de onaylanacak mı? Herkes yalan mı söylüyor?