Hürriyet’in, iktidar canibinden iyi haber aldığı söylenen yazarı Abdülkadir Selvi yazıyor:
“Askeri Şûra kararlarında iki kriter ağır bastı.
1- FETÖ’yle kararlı bir mücadele.
2- TSK’yı FETÖ’den temizlerken ulusalcılara teslim etmeme...”
Ulusalcılara yönelik bu hassasiyet! daha önce de ifade edilmişti.
Peki kimdir ulusalcılar?
Selvi bir tanım yapmamış... Bizim bildiğimiz ulusalcılar Atatürk ilkelerine bağlı, Cumhuriyetçi, bağımsızlıkçı, dışarıya uşaklık etmeyi reddeden yurtsever kişilerdir. Peki TSK’yı FETÖ’ye ve ulusalcılara teslim etmeyen iktidardakiler kime teslim ettiler? Bu soruların yanıtı olmalı...
***
OHAL kararnameleriyle kamuda görevlerinden ihraç edilenlerin sayısı 111 bini buldu... Peki ihraçlar durdu mu? Hayır...Bakanlar bunun işaretini veriyor:
- Kamuda ihraç edilenlerden fazla FETÖ ilişkili çalışan var...
- İhraçlar 3 yıl, 5 yıl, 10 yıl sürebilir...
Peki FETÖ devletten bu şekilde temizlenir mi?
FETÖ konusunda yıllardır devleti uyaran, bu yüzden hapis yatan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, “Erken Uyarı” başlıklı kitabında FETÖ yapılanmasını anlatıyor:
“Bu büyük kitlenin, sayıları yüz binleri aşan Cemaat içerisinde yer alanların merkezinde tahminen bin kişilik bir örgüt var. Tamamen profesyonel ve illegal bir terör örgütü gibi çalışıyor, önüne gelen her şeyi kuralsızca yakıp yıkıyor.”
Avcı’ya göre o ekibin çevresindeki Cemaat mensubu yüz binler ise gerçeği göremiyor, Cemaate samimi ve iyi niyetli desteğini sürdürüyor. FETÖ’cü diye kamudan ihraç edilenler ve hapse atılanlar çoğunlukla bunlar olsa gerek.
Devlet o merkezdeki bin kişilik örgütü çalışamaz hale getirdi mi? Mesele bu...
İstanbul’da 18 bin taksi, yaklaşık 40 bin taksici var. İstanbul Belediyesi, kısa adı (İTAKSİ) olan İstanbul Taksi uygulamasıyla bütün taksilere içeriyi gösteren kamera şartı getirdi. “Yolcunun güven ve huzuru” gerekçesiyle başlatılan bu uygulamada kullanılacak aparatları İstanbul Büyükşehir Belediyesi tanesi 400 dolara Çin’den ithal ediyor. Ancak aparatlar için taksicilerden herhangi bir para talep etmiyor, onun yerine günlük hasılatın yüzde 5’ini istiyor. Yılda 200 milyon lira civarında bir meblağ oluşturacak bir para belediyenin açıklamasına göre taksicilerin eğitiminde kullanılacak. Taksiciler müşteriyi tedirgin edeceği gerekçesiyle aparatı taktırmak istemezken belediye de “Aparatın yoksa ruhsat yenileme de yok” diyerek tehdit silahını kullanıyor. Şu ana kadar 18 bin taksiden sadece 900’ünün aparat taktırdığı bilgisini verdikten sonra geliyoruz CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş’ın dün ileri sürdüğü iddialara:
“Bu aparatların çalışması için yazılım konması gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi çok büyük para tutan bu işi 2015 yılında, aynı yıl kurulmuş TAM adlı firmaya verdi. Ancak hangi koşullarla verdiği her nedense sır gibi saklanıyor. Firmanın sahibi geçen döneme
Dün gazeteciler bayramıydı... 1908 yılında basından sansürün kaldırılışının 109. yılı teorik olarak kutlanırken mahkemeler çalışıyor, Çağlayan adliyesinde Cumhuriyet gazetesi çalışanları yargılanıyordu. Aynı gün Türkiye’nin bayrağı “dünyada en çok gazetecinin hapis yattığı ülke” yi temsilen dalgalanıyordu. Yargılanan gazetecilerin eşleri, çocukları, yakınları mahkeme kapılarında aylar süren ayrılığın artık bitip bitmeyeceğini düşünüyordu... Türkiye’de basın bugün 1908 yılındaki kadar özgür değildir. Çünkü teknolojik baskı her türlü özgürlüğün elini kolunu bağlıyor. İletişimin her alanı eşit derecede teslim alınıyor. Diken internet sitesinin İçişleri Bakanlığı verilerinden yaptığı derlemeye göre, son 10 haftada 6 bin 146 sosyal medya hesabı incelendi, 2 bin 574 kişinin kimliği belirlendi, bunlardan 511’i gözaltına alındı.
Bu da günde en az yedi kişinin sosyal medya mesajları yüzünden gözaltına alındığı anlamına geliyor.
Bu sonuç düşünce hayatının büyük bir teknolojik hafiye teşkilatı tarafından sürekli denetlendiğini gösteriyor. İktidarın polisi askeri, jandarması, mahkemeleri, yargıçları, savcıları, hapishaneleri, iki sütunluk gazete yazısı veya 140 vuruşluk Tweet mesajına karşı
‘Tutuklulara tek tip elbise’ lafı ortaya atılınca akla ilk gelen görüntülerden biri 12 Eylül mahkemelerinde don-atlet yargılanan devrimci subayların unutulmaz fotoğrafı, o fotoğrafın başındaki Rahmi Yıldırım’ın görüntüsüdür. 17 Ocak 1984 günü günü rahmetli Deniz Teztel’in çektiği fotoğraftaki Rahmi Yıldırım, TSK’dan atılmış genç bir teğmendir. Bugün aramızda meslektaşımız olarak görev yapan Rahmi Yıldırım’a o günleri sorduk.
“12 Eylül Cuntası, cezaevine attığı devrimcileri bir türlü susturamıyor, sindiremiyordu. Tek tipi uygulamaya kalkmalarının asıl nedeni buydu. Bu uygulamaya karşı Diyarbakır ve Mamak cezaevlerinde büyük direnişler oldu, pek çok arkadaşımız ya işkencede öldü ya da intihar etti. Direnişini yok edemedikleri tek yer bizim de yattığımız Metris Cezaevi kalmıştı. Tek tipi reddettiğimiz için elbiselerimiz elimizden alınmış, buz gibi soğuk koğuşlarda pijamalarla yaşamak zorunda bırakılmıştık. 17 Ocak 1984 günü koğuşlarımız basıldı, ellerimiz kelepçelendikten sonra zorla tek tip elbiseler giydirildi. O halde mahkemeye götürüldük. Mahkeme heyeti yerini almadan duruşma salonuna getirildik, kelepçelerimiz çözüldü. Aramızda kararlaştırdığımız üzere mahkeme heyeti salona
Kontrollü darbe, kurmaca darbe, kuşkulu darbe, karanlık darbe... Gibi nitelemeler sürerken... Ve iktidar tarafı en çok “kontrollü darbe” sözüne takılırken... İktidar yazarları “kontrollü darbe” deyimini kullananları tehdit ederken...
Darbeyle ilgili yüzlerce soru hâlâ karanlıkta...
Fikret Bila’nın 15 Temmuz darbe kalkışmasının yıldönümü nedeniyle yaptığı mülakatta Başbakan Binali Yıldırım... MİT Müsteşarı Fidan’ı o gece 22.30 ile 23.00 arasında bir saatte, aradığını söylüyor.
- Ancak MİT Müsteşarı’ndan o bilgiyi (darbe bilgisini) alamadık diyor.
Başbakan saat 23.03’te telefonla NTV’ye bağlanacak, kalkışmanın ordu içinden bir cuntanın işi olduğunu, arkasında da Fetullahçı’ların bulunduğunu söyleyecektir.
Peki Başbakan’ın bu sözleri hangi bilgiye dayanıyor? Kendi ifadesi şöyle:
- Esas kanaati kendim oluşturdum. Cumhurbaşkanı’mızla istişare ederek, beraber konuştuk, bunun FETÖ’cülerin asker içerisinde bir kalkışması olduğu kanaatine vardık... O anda doğru da olabilirdi, yanlış da...
Başbakan Binali Yıldırım, darbe ile ilgili sorusuna Fidan’dan yanıt alamadığını daha önce iki konuşmasında daha söylemiştir.
15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili genel kanı darbenin gece saat 03.00 için planlandığı ancak MİT’e yapılan ihbar üzerine başlama saatinin akşam 20.30’a çekildiği ve darbe planının bu yüzden yarım yamalak uygulandığı yönünde... Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın TBMM Darbe Komisyonu’na gönderdikleri notlarda da bu tahmin kaydediliyor.
Ancak değerli gazeteci Müyesser Yıldız’ın Odatv’deki haberi bu ezberleri bozuyor. O gece İstanbul Moda Kulübü’ndeki düğünü basan MAK Timi’nin Komutanı eski Binbaşı Gökhan Maldır, verdiği ifadede, Hava Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in çağrısı üzerine pilot Mehmet Fatih Özkan’la birlikte 14 Temmuz’da İstanbul’a giderek onunla görüştüklerini belirtiyor ve diyor ki:
“Gökhan Sönmezateş, bana ve Mehmet Fatih Özkan’a yarın itibariyle sıkıyönetim ilân edilecek, bu kapsamda İstanbul’daki havacı generallerin korunması ve emniyetli bir yere nakli görevinin bize verildiğini söyledi.... Bizim komutanlarımızı emniyetli bir bölge olan Akıncılar Hava Üssüne götüreceğimizi söyledi.”
İfade doğruysa Moda Deniz Kulübü’nün (düğünün sürdüğü 20.00 - 24.00 arasında) basılması bir gün önceden planlanmış. Generallerin darbeyi haber alır almaz
24 Haziran 2004 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nın MGK’ da yaptığı takdim şu sözlerle bitiyor:
“F. Gülen grubunun, mevcut sistemle barışık görünerek, devletin tüm kademelerinde kadrolaşıp, sistemi içten içe ele geçirmek suretiyle laik, demokratik, sosyal hukuk devletini yıkarak, yerine dini esaslara dayalı bir devlet düzeni kurma amacını gerçekleştirmek yönündeki faaliyetlerini hiçbir önlem alınmadığı takdirde artırarak devam ettireceği değerlendirilmektedir...”
Geliyoruz aynı yıl ağustos ayındaki MGK toplantısında alınan karara:
“Bu örgüt çok büyük bir imkân ve kabiliyete kavuştu. Bir icra planı yapılsın, bu iş takip edilsin...”
O tarihte Başbakanlık Müsteşarı olan Ömer Dinçer’in itiraf ettiği gibi... Bu MGK kararı olduğu gibi rafa kaldırılıyor.
? ? ?
Aslında Cemaat ile AKP arasında ideolojik bir kavga yoktur. 2013 yılındaki iç savaş koltuk yüzünden çıkmıştır. Ortak amaç aynen: