Diyelim ki kafanızda topluma yararlı olacak özgün bir düşünce, bir proje var. Örneğin, katı atıkların ekonomiye kazandırılması... Ya da yoksullara daha iyi imkânlar, işsizlere bilgi-beceri, ardından da iş sağlayacak bir proje... Veya verimliliği, dolayısıyla kazancı artıracak minik bir teknolojik icat.
Kafanızda bunlar var ama nereye gideceğinizi, kime başvuracağınızı bilemiyorsunuz.
İşte bu insanlarımızın artık başvurabilecekleri ve her türlü yardımı alabilecekleri bir merkez var; Eskişehir Tepebaşı Belediyesi bünyesinde kurulmuş ve yakında faaliyete geçecek olan “Sosyal Kuluçka Merkezi.”
Kafasında bir fikri, projesi olanlar bu merkeze başvurduklarında o alanda bilgi-birikim sahibi iş adamı, akademisyen, teknokrat gibi uzman muhataplar bulabilecekler. Projelerinin gerçekten bir sosyal faydası varsa ve uygulanabilirse kendilerine her türlü destek verilecek.
Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç, Almanya’da benzer merkezi olan bir belediyeyle iş birliği halinde olduklarını sözlerine ekliyor.
“Benim bir fikrim, bir projem var ama hayata geçirmek için ne yapacağımı bilemiyorum” diyenlere duyurulur.
TARIM ÇÖKERSE...
Ziraat fakültelerinden her yıl binlerce gencimiz mezun oluyor.
Bu yıl 19 Ağustos’ta kaybettiğimiz değerli iktisatçı ve yazar Güngör Uras bugün Moda’da Tarihçi Kitabevi’nde anılıyor. Anma gününde iktisatçı dostu Ege Cansen, Uras’la ilgili anılarını anlatacak, ekonomik değerlendirmeler yapacak...
Bu hafta aynı zamanda “Yerli Malı Haftası”...
Cumhuriyet yıllarında başlatılan yerli malı seferberliği 1980’lerde liberal ekonomiye geçiyoruz masalları arasında terk edildi. Ne var ki küresel ekonomiye uyum sağlıyoruz derken sanayi ve tarım adına elimizde ne varsa satıp savurduk... Her şey tükenince, bu defa umutsuzca “yerli ve milli” edebiyatına döndük. Gelinen nokta neresidir?
Güngör Uras’ın “Sanayileşecektik, Büyüyecektik, N’oldu Bize” başlıklı kitabından okuyalım:
“Pet şişelerde ve damacanalarda satılan su bizim, şişe bizim... Ancak yabancı firmalar toplam 4.5 milyar TL’lik pet şişeli su pazarının yüzde 60’ına, damacanalı su pazarının yüzde 25’ine sahip oldular.
Gazlı içecek pazarı 3.4 milyar TL büyüklüğünde. Kolalı içeceklerin tamamını yabancılar üretiyor.
Pizza pazarı 1.5 milyar TL büyüklüğünde. Pazarın yüzde 80’i yabancı sermaye ortaklı - ilişkili şirketlerin.
Bitkisel yağ pazarında, margarinde yabancı payı yüzde 45, sıvı yağda yüzde 25 oranında. Sakız,
Albay İsmet İnönü 1920 yılında Meclis tarafından Genelkurmay Başkanı seçildiğinde henüz 36 yaşındaydı. Meclis’te Albay İnönü’den daha kıdemli generaller (Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy) ve kendisinden daha kıdemli albaylar (Refet Bele, Fahrettin Altay, Kâzım Özalp) vardı. Ancak Mustafa Kemal, İkinci Ordu Komutanı olduğu sırada birlikte çalıştığı ve Samsun’a çıkışından önce İstanbul’da zaman zaman görüştüğü İnönü’ye herkesten çok güveniyordu. Göreve onu teklif etti. Meclis kabul etti.
İnönü, Genelkurmay Başkanı olduktan bir hafta sonra Anzavur isyanı başladı. Ardından, Doğu Anadolu’da “Milli” aşireti ayaklandı. Koçgiri ve Cemil Çeto ayaklanmaları sürüyordu. Yunan ordusu 8 Temmuz’da Bursa’yı işgal etti. Bursa’nın işgali şok yaratmış, iki aylık Genelkurmay Başkanı İnönü için Meclis’te “İstifa” sesleri duyulur olmuştu. Asker cepheden kaçıyordu. Doğuda Ermeniler, güneyde Fransızlar ile savaş sürüyordu. Saray sırtını işgal kuvvetlerine yaslamış, Kuvayı Milliye’ye karşı halkı ayaklandırmakla meşguldü.
Genelkurmay Başkanı İsmet İnönü işte bu koşullarda görev yaptı...
İki yıl içinde bütün güçlüklerin üstesinden gelindi. Zafere ulaşıldı.
Lozan görüşmelerinin heyet başkanlığını
Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos, Yunan donanmasına yeni savaş gemileri alınabilmesi için yardım hesabı açarak, halktan para toplayacaklarını açıkladı. Demek bütçede gemi alacak para yok. Olsa halktan para toplamazlardı.
Peki, savaş gemisi Yunanistan’a neden bu kadar gerekli?
Çünkü Yunanistan’ın gündeminde Ege’ye hakim olmak ve bir fırsatta Türkiye’nin Batı kıyılarını ve Trakya’yı ele geçirmek var. Bu hayal onların yakasını hiç bırakmıyor. Adına Megalo İdea diyorlar... Yani büyük ideal... Büyük hayal...
O hayal Türkiye’yi de zora ve masrafa sokuyor. Bir örnek...
1996’daki Kardak krizinin hemen peşinden Alman silah tacirleri Atina’ya damladı, Yunanistan’ı 4 adet U 214 denizaltı satın almaya ikna ettiler.
4 geminin bedeli 2 milyar euro (12 milyar TL) idi...
Yunanistan hızla başka silah anlaşmaları da yaptı...
Atina’nın 2000 ile 2008 yılları arasında yaptığı silah harcaması tam 76 milyar dolardı. Yunan ekonomisi, büyük ölçüde bu harcamalar yüzünden, 2010 yılında krize girdi. Hâlâ da toparlanabilmiş değil.
Aydın’a bağlı Kızılcaköy’ün halkı, çoluk çocuk, kadın erkek jeotermal enerji santrali kurulmasına karşı canlarını ortaya koyarak mücadele veriyor. Komşu alanlarda daha önce jeotermal santral kurulmuş. Köylüler bakmış santral incir ağaçlarını kurutuyor, fena kokular yayıyor, kansere yol açıyor, doğal olarak kendi köylerinde bu tür santral istemiyorlar. Devlet mi? Polis, asker, TOMA ne kadar gücü varsa toplayıp üzerlerine sürüyor... Oysa devletin asli görevi vatandaşının sağlığını, toprağını, havasını, suyunu korumak, yaşanabilir bir çevre oluşturmak değil mi?
? ? ?
Tekirdağ’da bir şirket kuvars kum ocağı açmak için halka karşı mücadele veriyor. Ocağın açılacağı alanda 180 bin meşe ve fıstık ağacı kesilecek. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ağaçların kesileceğini doğruluyor, yöredeki hayvanlar ne olacak sorusuna “Onları yakalayıp başka yere taşıyacağız” yanıtını veriyor. Tekirdağ CHP milletvekili İlhami Özcan Aygun diyor ki:
- Şirket, kesilecek 180 bin ağacın 5 katı oranında, 900 bin ağacın dikilmesini taahhüt etmiştir. Şirket bu sözünü tutsa bile o fidanların büyümesi ancak 30 yılda mümkün olacaktır...
Kaldı ki bu fidanlar yeni bir orman oluşturmaz.
İMAM
CHP’nin İstanbul’da,
Türkiye’de ekonomi neden sürekli sıkıntıda? Quora internet sitesinde Jan Krusat adlı uçak bakım mühendisi bu soruya kişisel deneyimlerinden hareket ederek yanıt veriyor: “Son üç yılda iki Türk uçak şirketinde çalıştım. Gördüm ki ilişkiler tamamen feodaldir. Patron patrondur. Alt kademedeki tüm memurların görevi patrona şirin görünmektir. Patron her şeyi bilir. Altında çalışanlar onu sorgulayamaz. Eğer başarı varsa bu patronun akıllı kararlarının eseridir. Eğer başarısızlık varsa yukarıdan aşağı doğru herkes birbirini suçlar, sonunda suç en alttakinin sırtında kalır.
Almanya’da bir uzmanın görevi eğer bir karar şirketin aleyhine ilerliyorsa üstlerini uyarmaktır. Türk şirketlerinde ise patron herhangi bir tavsiye ya da uyarının itibarını düşüreceğini düşünür. Elemanlar da bunu bilir üstlerine akıl vermeye çekinir. Mesleki eğitime önem verilmez. Çalışacak kişinin üniversite mezunu olması daha değerlidir.
İşten atılan elemanlar atıldığıyla kalmaz, kara listeye de sokulur. Başka yerde iş bulamaz. Çalıştığım şirketlerde çok usta elemanlar vardı. Ancak patron korkusundan yanlışı görseler de susuyorlardı. Türkiye’de şirketler böyle takım ruhundan uzak çalışıyorsa, feodal sistem geçerliyse,
Masa takviminde gözümüze şu not ilişiyor: “2 Kasım 1995... Kemal Sülker vefat etti.”
Kimdir Kemal Sülker? Gazeteci, yazar, sendikacı... Türkiye Sendikacılık Tarihi, Türkiye’de İşçi Sınıfı, Sabahattin Ali Dosyası, Şair Nâzım Hikmet, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı gibi pekçok kitabın yazarı.
Türk İş kuruluş çalışmalarına katıldı. TİP’te genel sekreterlik görevinde bulundu. DİSK’in kurucularından olup 68-75 yılları arasında DİSK Genel Sekreterliği yaptı. Ancak bir evi hiç olmadı. Hep kiradan kiraya taşındı. Ölümüne yakın kızının Kadıköy’deki evinde hasta yatarken ziyaret ettik. Söz konut sahibi olmaktan açılınca:
- DİSK’te pek çok konut kooperatifi kurduk, çalışanları konut sahibi yaptık. Ancak ben dedikodu olmasın diye hiçbirine girmedim, demişti...
Kemal Sülker kızının evinde hayata gözlerini yumdu.
AYIYI ARARKEN...
Bolu’nun Beyderesi köyünde yaşayan 78 yaşındaki Ayşe Yardımcı, geçen temmuzda mantar toplamak için gittiği ormanda bir ayının saldırısına uğrayarak can vermiş.
Orman Şube Müdürlüğü harekete geçmiş. Sözde bölgeye kurulan fotokapanlarla saldırgan ayı tespit edilmiş.
Büyük İskender’e dostları “Çok kadınla evlenin, çok çocuğunuz olsun, adınızı onlar yaşatsın” dediler... İskender şöyle dedi:
“Babaların hatırasını çocuklar yaşatmaz, babaların hatırasını hayattayken yaptığı iyi şeyler yaşatır.”
BÜYÜCÜ
Bir kambura büyücü:
- Senin kamburunu mu düzelteyim yoksa diğer insanları senin gibi kambur mu yapayım, hangisini istersin, diye sormuş... Kambur:
- Bütün insanları benim gibi kambur yapın, demiş...
- Neden?