Çanakkale Savaşları’nın en kanlı çarpışmalarının yaşandığı sırtlardan Alçıtepe, Türkiye’nin şimdiye dek yapılmış en güzel kırmızı şarabına hayat verdi...
Eylül güneşinin sıcaklığına rağmen denizden esen rüzgâr, insanı hafif ürpertiyordu. Arazinin girişine lacivert bir kamyonet homurdanarak yanaştı, yanımdaki ak saçlı adam bir genç çevikliğiyle kamyonetin kasasına atlayarak tutunup çıkmam için elini uzattı: “Buyurun, birlikte bağları gezelim...”
Doluca Şarapları’nın sahibi, Türkiye’nin duayen önologlarından Ahmet Kutman, Çanakkale’nin Saroz ilçesindeki bağlarını ilk kez bir gazeteciye gösteriyordu ve heyecanla anlatıyordu: “Bağın toplamı 620 dönüm ama araziyi parsel parsel ayırdık ve mikro bağcılık teknikleri uyguluyoruz. Bağın kendine ait meteoroloji istasyonu var, belli yerlerde de toprağa sensörler daldırarak su ve nem oranlarını ölçüyoruz. Tüm veriler bilgisayardaki özel bir programa aktarılıyor ve bağ öyle yönetiliyor...”
Kutman, “Cabernet Sauvignon ne tarafa dikili?” sorumu ise gülerek yanıtlıyordu: “Önce hangi Cabernet’ler olduğunu söylemeniz lazım. Çünkü farklı parsellere tam sekiz farklı Cabernet klonu diktik. Şiraz’lar dokuz, Grenache’lar ise on çeşit... Hepsinin bakımı ayrı yapılıyor, ayrı ayrı hasat edilip ayrı ayrı şaraba işleniyor...”
2001’de dikilen bağ, bu ziyareti yaptığım 2009’da henüz tek bir şişe şarabı bile şişelenmeden 5.5 milyon dolar yemişti. Bağın ilk şarabı 2010’da adlı adınca, “Alçıtepe” ismiyle çıktı. Şiraz-Cabernet kupajı bu şarap rekor kıran fiyatı ve buna rağmen gördüğü talepte, çıkar çıkmaz Türk şarabında bir zirveye oturdu. Sonraki iki rekoltesinde de bu çizgisini korudu, daha da dengeli bir hale geldi. Avustralya Şiraz’ları stilinde gövdeli ve güçlü bir kırmızı olarak kendine özel bir yer edindi. Doluca’nın bu seçme bağı, daha da çarpıcı bir şarabı ise geçen ay verdi. İlk kez İstanbul Kadeh Kaldırıyor etkinliklerinde tadıma sunulan Cabernet Sauvignon üzümünden Alçıtepe “Kirte”, tek bağın tek parseli şarabıydı,
1.200 şişelik üretimiyle de tam bir koleksiyon ürünüydü. Ve tattığım 376. şişesi, 25 yıla yaklaşan şarap tutkumda değerlendirdiğim 1950’lere kadar uzanan binlerce Türk şarabı içinde en iyisiydi...
“Büyük şarap”lardaki derinlik ve kompleksiteye sahip
Adını üzümlerin yetiştiği Kirte mevkiinden alan 2009 rekoltesi şarabın diğer şaraplardan farkı, bir şarapta çok ender elde edilebilen sıra dışı yoğunluğunda. Türkiye’de ortalama üzüm verimi dönümde 600 kilo ile
1 ton arasında değişirken, bu parselde yapılan gaddarca budamalarla verim 450 kilolara düşürülebilmiş. Ve böylece Bordo’nun Grand Cru bağlarının düşük verimine inilebilmiş. Ardından, üzümler iklimin de şanslı gitmesiyle mükemmel olgunlaşma, 14.6 alkol verebilecek kadar şeker biriktirme imkânını bulmuşlar. Böyle özel bir üzüm de kalitesine lâyık şekilde işlenmiş, şarap mayalanırken şıra ile kabukların teması 14 gün gibi hayli uzun bir süre tutulmuş. Dinlendirmede de milimetrik bir titizlik uygulanmış, yüzde 88’i Fransız, yüzde
12’si de Amerikan meşe fıçılarında
13 ay bekletilmiş.
Şarabın erdemi; yoğunluğundan, alkolünden, fıçıda dinlenmesinden aldığı güce rağmen, zarif ve dengeli olmayı başarabilmesinde... Rengi, derin bordo tonlarında. Sınırlı filtrasyon yapıldığı için hafif mat. Burunda ilkten kapalı, giderek açılıyor ve en mükemmel halini şişeyi açıp bir-iki kadeh içtikten sonra ertesi gün alıyor. Napolyon kirazı ve mürdüm eriği gibi olgun kırmızı meyve çağrışımları, toprak, baharat, mentol, deri ve kuru et bukeleri ön plana çıkıyor. Damak ise burnun vaadettiğinin daha da fazlası. Ağızda etli dokulu, sıkı, yoğun ve konsantre. Tanenler adeta macunumsu bir yoğunlukta. Neredeyse şarabı içmiyor, ağzınızda çiğniyorsunuz. Ve ılık tadı damağınızda çok uzun kalıyor. Zengin, derin, kompleks, içildikçe katman katman açılan, sofistike bir şarap bu... Şimdiden bile büyük keyif veriyor ama “Beni asıl bir beş, hatta on yıl sonra görün. Sabredin” diyor...
83 lira fiyat konmasına rağmen 15 günde yarısı tükenen Alçıtepe Kirte, sanayi ölçeğinde üretim yapan Kavaklıdere, Doluca, Pamukkale, Sevilen
ve Kayra gibi üreticilerimizin butik ölçeklerde üst düzey şaraplara yönelme çabalarının ilk çarpıcı sonucu. Türk şarapçılığının bir zaferi, bu topraklardan büyük şaraplar çıkabileceğinin kanıtı.
Eleştirilerinde cömert, övgülerinde hasis bir içki yazarı da olsanız, arada bir “Bravo!” demeyi bilmelisiniz... Ben de Türkiye’nin dünya çapındaki ilk büyük şarabına tanık olmanın coşkusuyla öyle yapıyorum. n