Eskiden “bir sahil kasabasına taşınmak” denirdi. Hayat bunaltınca, kıskaç daralınca, şartlar iyice köşeye sıkıştırınca kaçış planı buydu. Güneyde bir sahil kasabası.
Bu neredeyse cumhuriyet kadar eski, ilk izleri Cevat Şakir’in “Mavi Sürgün”ünde görülen düşünce, yıllarca ‘eğitimli orta sınıfın emeklilik planı’ olarak dar bir çerçevede algılandı. Çokça da dalga geçildi liberaller tarafından bu düşle.
Halbuki Cevat Şakir emekli değildi. Şehirden ve şehrin insanlarından ilişkilerinden o kadar bıkmıştı ki sürgüne gönderildiği Bodrum’u cennet olarak görmesi de zor olmadı. Sürgün ona başka bir hayatın mümkün olduğunu gösterdi. Bir tercih değil mecburiyet sonucu onun için şartlar hazırdı.
***
Sahil kasabası hayali yıllar içinde gelişti, yeni virajlar döndü, çeşitlendi. Mesela büyük denizci ve doğasever Sadun Boro’yla beraber denizlere açılmaya evrildi.
Ve zamanla az sayıda insanın gerçeğe dönüştürebildiği bir hayalden, makul ve gerçekçi bir seçeneğe dönüştü.
Bu yolculukta çapını da büyüttü. Hamdolsun artık “daralan” kitle o kadar büyük ki sahil kasabası dar geleceğinden sahil şehri hayalleri kuruluyor. Yazlık yer değil yıl boyu yaşanacak bir yer için hazırlıklar yapılıyor.
“Biz bu şehrin üç beş mahallesini alıp birkaç enlem güneye taşıyalım” denemediğinden, bu mümkün olamayacağından, yerleşilecek bir sahil şehri aranıyor.
Sahil kasabası yaşlıların emeklilik düşüydü. Sahil şehri gençlerin özgür, mutlu bir yaşam hayali.
Sahil kasabası geçmişin gölgesinde yaşanacak bir son huzurdu. Sahil şehri pırıl pırıl bir gelecek arzusu.
Sahil kasabası hiç gidilmese de kenarda duracak ferahlatıcı bir seçenekti, sahil şehri bir heyecanlı mecburiyet.
***
Önümüzdeki beş yılda büyük bir iç göç dalgası olursa şaşırmayın. Başka ülkelere gitmekten değil, güneye gitmekten söz ediyorum.
Sorun şehrin kalabalığı, trafiği pahalılığı da değil tek başına. Genel psikoloji. Siyasal gündemin negatif etkisi büyük şehirlerde yaşayanların tepesine boşalıyor her gün, her dakika. Oysa İstanbul dışına çıkınca bu tablo da değişiyor.
İnzivaya çekilmekten değil çalışmaktan söz ediyorum. Yaşlılardan değil gençlerden, yetişkinlerden, hayatını henüz kurma aşamasında olanlardan. Ve hayatta belli bir noktaya gelip ikinci bir kariyer peşinde koşanlardan söz ediyorum. Zenginlerden tuzu kurulardan değil orta direkten bahsediyorum. İşini gücünü taşımak isteyenlerden söz ediyorum. Siyasetten ve siyasette hâkim olan söylemden bıkmış, hayatını bu kısır dövüşün dışında tutmak isteyenlerden söz ediyorum. Yeni iş kurmak isteyenlerden, yeni yaşam ve çalışma modellerinden söz ediyorum. Balıkçılık, organik tarım, şarapçılık, kafecilik, pansiyonculuk klişelerinden değil.
İnsanların büyük kısmı yurt dışına gidecek imkânlara sahip olsa dahi gitmek istemiyor. Ülkesinden, arkadaşlarından, tanıdıklarından, akrabalarından uzak kalmayı göze alamıyor. Yeni bir yol aranıyor.
Bu bir göç. Her göç gibi bu da mecburiyetten. Ve görünen o ki önümüzdeki dönemde İzmir’in ağırlığı artacak.