"Sıkıntı yok, aynen!” Metrobüste yanımdaki adam telefonla konuşuyor. Aslında buna konuşmak denemez. Konuşanlara haksızlık olur. Konuşmak demek birden fazla duyguyu ve düşünceyi birden -ve bu durumda ikiden- fazla sözcükle anlatmak demek. Bu sözcükleri doğru kombine ederek makul ve mantıklı bir iletişim kurmak demek. Adam aynı iki kelimeyle Söğütlüçeşme’den Zincirlikuyu’ya kadar geldi. Bir iki kez ton değiştirdi o kadar. Hababam sınıfının müziği gibi: Mahmut Hoca hasta, Hababam yavaş... Mahmut Hoca iyileşti, Hababam hızlı!
Tecrübelerime göre ülkemizde sıkıntı yok demek, tam olarak sıkıntı olduğu anlamına geliyor. Biz “Sıkıntı yok”u, sıkıntı olmadığı zamanlarda değil, bariz ve üzeri örtülemez bir şekilde sıkıntı olduğunda kullanıyoruz. “Sıkıntı yok”, sıkıntı olmadığı için değil, sıkıntı yokmuş gibi yapmak için söyleniyor. Aslında sıkıntı yok, sorun yok, sende bir problem var demek.
“Sıkıntılı” olan taraf böyle düşünmüyor elbette. Bir nedeni var sıkılıyorsak. Geçen yaz kaldığım otelde odanın önünden duran bebek arabası kaybolduğunda resepsiyonu arayıp bulmalarını rica etmiştim. Bir hafta sonra otelden ayrılma günümüz geldiğinde henüz bulamamışlardı ama buna rağmen herkes bana devamlı “Sıkıntı yok” diyordu. Benimse canım bayağı sıkılıyordu.
Ya da mesela Türkiye’den taşınalı bir yıl oldu ama hâlâ yerli ve milli kablolu TV aboneliğimi iptal ettiremedim çünkü etmiyorlar. Her seferinde yeni bir angarya çıkıyor. İstanbul’a gelmem ve bu iş için birkaç gün mesai harcamam gerekiyor. Ama ben gelemiyorum ki diyorum. Yine de şahsen bir şeyleri bir yerlere teslim etmem gerektiği anlatılıyor. İnsanlık 1969’da Ay’a giden modülü Houston’dan kontrol edebiliyordu ama ben 2019’da uzaktan kablolu TV aboneliğimi iptal ettiremiyorum. Üstelik telefonun diğer ucunda da her zaman bana sıkıntı olmadığını söyleyen bir ses var. Son olarak aranıp, aboneliğimi yenilemeyi düşünür müyüm diye soruldu bana. Ama sıkıntı yok elbette.
Yanımdaki adam “Sıkıntı yok, aynen” derken iki sıra önde bambaşka bir toplumsal fenomene tanıklık ediyoruz. Telefondan avaz avaz video izlemek. Bu fenomenin adı “Kulaklıksızlık”. Kulaklık kullanmayı istememek, kulaklık kullanmaya inanmamak olarak da tanımlanabilir. Bu da “Sıkıntı yok, aynen” gibi bize özgü bir durum. Kulaklık kullanmayan için sıkıntı yok. Moda’daki ikinci evim dar bir sokaktaydı. Pencereyi açınca elden ele çay kahve verecek mesafedeki karşı dairede salon camı devamlı açık durur ve gürül gürül Türk televizyonculuğu sokağa yayılırdı. Gece ne dizisi, yarışması varsa herkes dinlemek zorundaydı. Yine de anlayışla karşılardım çünkü yaşlı teyzenin kulakları ağır işitiyordu. Oysa iki sıra ilerideki gayet sağlıklı görünüyor. Ama buna rağmen telefonundan izlediği her şeyi bize dinletiyor. Komple görüntülü Whatsapp görüşmesi dinleten, komikli video izleten, şarkı dinleten, haber dinleten, canlı haber kanalı dinleten de var. Ne oldu bizim o güzel kulaklık alışkanlığımıza?
Bir diğer fenomenimiz bağıra çağıra telefonla konuşan aksi ve atarlı adamlar. Sokakta bir ellerini hayali bir tepsiyi taşır gibi yatay hale getirmiş, ileri geri oynatarak yürüyen, diğer ellerindeki telefon kulaklarına yapışmış bir şekilde karşıdakine atarlanan insanlarla dolu. Yere doğru hafifçe kambur yürüyerek atarlanmalarına fiziksel bir arka plan da katıyorlar ama karşıdaki bunu görmüyor, biz görüyoruz. İçgüdüsel atarlanma hareketimiz bu. Zombi gibiler. Bazıları bu halde karşıdan karşıya geçiyor, arabalara dur bi dakika işareti yapıyor, trafik kitleniyor. Zombiye kimse dokunamıyor. Bir tanesi havaalanında güvenlik kontrolünde önüme girdi ama sesimi çıkaramadım. “Sıkıntı olmasın” dedim.
Diğer tarafta kimle konuşuluyor? Diğer uçta da kendileri gibi bir atarlı telefon kabadayısı mı var? Bu soruların yanıtı meçhul.
Belki de mütemadiyen “Sıkıntı yok, aynen” diyen biri vardır diğer tarafta.
Cennet vatan sürprizlerle dolu her zaman.