Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

1999’da, o dönem kısa bir süre çalıştığım ajans bir siyasi partinin seçim kampanyasını alınca, parti teşkilatlarının sorunları hakkında bilgi toplamak amacıyla Anadolu’ya gönderilmiştim. Başkan yardımcıları ve muhtelif siyasetçilerle hızlandırılmış bir Türkiye turu yaptım. Hayatımdaki en öğretici deneyimlerden biriydi.

Net olarak şunu görüyordunuz (bugün de pek farklı olduğunu düşünmüyorum): Her bölgenin derdi farklı ve her bölge sadece kendi derdinde.

Merkezi politikalar ve ideoloji oy vermede sadece büyük şehirlerdeki yüksek eğitimli dar bir kesimi ilgilendiriyor. Bu mesajlarla Anadolu’ya giderseniz karşınızda size boş boş bakan insanlar görüyorsunuz. Çünkü size, sözgelimi, şeker pancarı taban fiyatının ne olacağını, Öcalan’ın asılıp asılmayacağını (o dönem yeni yakalanmıştı), kaçak yapılara tapu-ruhsat durumlarını, kente hangi inşaatların yapılacağını ve bu inşaatlarda kaç kişiye iş verileceğini, belediyelerin sözleşmeli işçileri kadroya alıp almayacağını soruyorlardı. İşsizlik ve sağlık en önemli problemlerdi. Bunlardan başka...

Haberin Devamı

Diyarbakır’da barışçı, Erzurum’da milliyetçi, Adana’da üreticinin ve işçinin sorularına duyarlı olmalıydınız. Samsun’da Karadeniz bölgesinin kalkınmasından söz etmeniz, Trabzon’da sınır ticaretine vurgu yapmanız, İzmir’de Cumhuriyet’in değerlerini yüceltmeniz, Antalya’da turizme aktarılacak kaynakları anlatmanız gerekiyordu.
Demokrasi, özgürlük gibi soyut kavramlar hiç karşılık bulmuyordu. Somut laflar gerekiyordu.

Bu eski anılarım hafta sonu bir anda yeniden canlandı. Nedeni Financial Times’da okuduğum bir makale. ABD seçimlerinde politik reklamlar önceki seçimlere göre çok az kullanılıyormuş. Artık ajanslarda üretilen cilalı lafların ve sloganların döneminin kapandığı belirtiliyor. Hatta seçim medya harcamaları bir önceki seçimlerde 4.4 milyar dolardan bu seçim döneminde 3.6 milyar dolara düşmüş (Kaynak: Kantar Media).
Artık siyasi partilerin ajanslarla anlaşıp 360 derece kampanyalar ürettiği devir bitmiş. Yani bir diğer deyişle, Ali Taran tarzı sloganlı dev işler yok. Peki, ne var?
Şu var: Liderin mümkün olduğu kadar medyada görülmesi ve ne olursa olsun konuşması, konuşulması üzerine kuruyorlar her şeyi. Saçmalasa da yanlış bir laf etse de utanılacak bir duruma düşse de önemli değil.

Haberin Devamı

İnsanlar bunu önemsemiyor. Çünkü “Reklamın iyisi kötüsü olmaz” diye düşünülüyor. Yeter ki somut bir şeyler söylesin, halkın dilinden konuşsun.

Başta herkesin güldüğü Trump da bunu yaptı. Devamlı konuştu. Şu an artık kimse gülmüyor.

Peki, reklam harcaması nereye yapılıyor? Televizyonlar dışında en çok sosyal medyaya ve bu işte çalışan ekiplere. Twitter’da her gün güncel meselelerle ilgili bir sürü hashtag ve trending topic görüyorsunuz ya. İşte onlara gidiyor para. Sosyal medya ekipleri gündeme konu düşürmekle görevli.

Siz hashtag’i önce kendi paralı hesaplarınızla destekleyip trendler arasına soktuğunuzda halk görüyor ve konuşmaya başlıyor. Ortaya atılan bir slogan ve fikir hemen yandaş ve karşıt buluyor. Ondan sonra izleyin eğlenceyi.

Seçim kampanyası demek, mesaj bombardımanı demek. Devamlı konuşmak demek. Sosyal medyada gündem yaratmak ve bunu yönetmek demek. Eskiden bir seçim boyu kullanılan sloganlar bugün ancak hashtag olabiliyor ve ömrü de birkaç saat sürüyor.
O bitince hop yeni hashtag. Yeter ki seçmen boş kalmasın, kendi kendine bir tartışma üretmesin. Bütün içerikler ve tartışmalar bu şekilde kontrol edilsin.

Haberin Devamı

Şunu anlıyoruz: Bir. Bizim siyasetçiler bu işi çoktan çözmüş. İki. Sosyal medyada gördüğünüz her siyasi tartışmaya balıklama dalmadan bir daha düşünün.