Önce sinemalarda, ardından Netflix’te izlenebilecek “The Irishman” filmi dolayısıyla Robert De Niro, Al Pacino ve Martin Scorsese ile görüştüm. Londra’da yağmurlu bir günde Corinthia otelinde gerçekleşen röportajları Milliyet Sanat’ta ve gazetede yakında bulacaksınız. Hayli heyecan verici bu görüşmelere dair kişisel izlenimlerimi önden paylaşmak istedim.
Al Pacino mutlu birine benziyor. Anılarını anlatmaya, öğretmeye istekli hoş tatlı bir yaşlı adam. 80 yaşında ama yaşlanınca neşesini kaybedenlerden değil. Bol, kat kat, koyu renkli giyinmiş. İnanılmaz bir ses tonu var. Büyüleyici bir biçimde sizi ele geçiriyor.
Çok kibar, flörtçü ve karşısındakini nasıl fethedeceğini biliyor Pacino. Tek tek, yavaş yavaş, kelimeleri seçerek konuşuyor. Sakin bir sesle yavaş bir ritimle konuşsa dahi pürdikkat kendini dinletiyor. Onunla konuşurken yüzünde ve sesinde daha önce canlandırdığı bazı karakterlerin gölgelerini, izlerini görmemek mümkün değil. Bu heyecan verici. Konuşurken zaman zaman alıp başını gidiyor. Konudan uzaklaşıyormuş gibi oluyor. Sizi bir yerlere götürüyor ama sabırlı olursanız (tabii ki bu retorik bir kullanım, karşınızda Al Pacino konuşurken sabırlı oluyorsunuz) sizi mutlaka şahane bir biçimde geri getiriyor. Yolda kaybolmuyor. Oyunculukla ilgili bir soruyu çok uzun yanıtladı ama bu şahane bir yanıt oldu.
De Niro lafı bayağı geveleyen, biraz tabiri mazur görün, “küt küt” konuşan biri. Sorulara yanıt verirken lafı dolandırmadan hızla sonuca ulaşmak gibi bir yaklaşımı var. Kelimeleri hayli yuvarlıyor. 76 yaşında ve hâlâ çok cool görünüyor. Yaşlanınca tontonlaşanlardan değil. Keskin biri ve bu duruşunu koruyor. Kaba kesinlikle diyemem ama kibar olmak için kendini zorladığını da sanmam. En azından bu onun için bir öncelik değil gibi duruyor.
Pacino alçak sesle şiir okur gibi konuşurken, diğeri İtalyan mafyasından başınızı her an belaya sokabilecek bir karakter gibi konuşuyor. Bazen “Taxi Driver”daki Travis Bickle, bazen Godfather’daki dik durmaya çalışan onurlu İtalyan göçmeni. Kendini ifade tarzı böyle. Soruları yanıtladıktan sonra “Öğrenmek istediğin şey bu muydu?” diye sorup emin olmak gibi bir huyu var. Büyük bir oyuncu olduğu için ve elbette sinema tarihinin bir parçasına bu kadar yaklaştığınız için heyecanlandığınız kadar bu adam beni fena halde azarlayabilir diye de çekiniyorsunuz. İki his bir arada.
De Niro aktörlükten bahsederken “The Irishman”de oynadığı karakterin daha önce canlandırdığı karakterlerden izler taşıdığını söyledi. “Godfather”, “Casino”, “Good Fellas” gibi filmlerini hatırladım. Pacino’ysa “Ben oyunculuğu her sefer yeniden keşfederim. Her karakter benim için beyaz bir sayfa” dedi. Teknik olarak birbirlerinden nasıl farklı olduklarını bu şekilde de ortaya koymuş oldular.
Londra’da yaptığımız görüşmelerden önce The Irishman’i dikkatle izledim ve bitince çıkıp bir kafeye girerek kendimce taze notlar aldım. Gösterim Fox’un Soho’daki binasında yapıldı. Rahat koltukları olan bu salonda şimdiden efsane olacağı düşünülen bu filmi izlemek üç buçuk saate değdi. Bittiğinde sersem gibi olsam da mutluydum. Sinema gerçekten de sinemada izlenmeli. Scorsese’nin sinema sanatına dair anlattıkları, sinemada bugün önemli bir gündem ve tartışma bitecek gibi de değil. Bu konuda çok enteresan fikirleri ve detayları röportajda bulacaksınız. Umarım beğenirsiniz.
Scorsese’ye dair bir iki gözlemimi aktararak bitireyim. Scorsese dersine çok iyi çalışmış inek bir öğrenci gibi. Ne yaptığını çok iyi biliyor. Bir şeyi anlatırken kullandığı ve kullanmadığı kelimeler neler ve bu ne anlama gelebilir çok çok farkında. Müthiş bir hafızası, gözlem yeteneği ve elbette olayları çözme ve karara bağlama becerisi var. Bunu neden yazdığımı röportajı okuyunca daha iyi anlayacaksınız.