‘Suriye’ye girmişiz!‘
“Kaka yapmış mı, kaka?”
“Ordumuz Cerablus’u...”
“Ne renk? Sarı mı?”
“Fırat kalkanı, PYD...”
“Taneli mi, tane var mı?”
“Işid değil Daeş...”
“Uzun kollu mu giydireyim kısa kollu mu.”
“Üst akıl!..”
“Üstüme çiş yaptı.”
Operasyon ninayet yatağa yatırılıp üzerinin örtülmesiyle son buluyor. Birkaç saat güvendeyiz.
15 gün önce bir kızımız oldu: Leyla. Ben hala onun pembe yanaklarının hareketlerini deşifre etmeye, minik parmaklarını oynattığında aslında ne istediğini anlamaya çalışıyorum. Hangi sesi çıkardığında aslında ne demek istiyor acaba?
“Hımmm evet bu bir numaralı ağlaması, standart ihtiyaç sinyali, ‘açım’ demek. Diğeri gıklama, bir diğeri mıkırdama, bir diğeri kedi gibi miyavlama (bu yeni çıktı, işler yolunda demek).”
Hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda iki elini göğsünün üzerinde yanyana getirip titreterek büyüttüğü hayali bir ateş topunu bana doğru fırlatıyor. Genellikle tulum giydirirken rastladığımız bir hareket. “Çabuk ol” demek.
Bir de “Evil Dead” hareketi var. Yüz iyice ekşiyip kızararken eller yanakları tırmalar gibi bir şeyler yapıyor, ağlama şiddeti 10 üzerinden 9-10. “İşte şimdi başınız dertte” demek...
Baba olduğunuz an şöyle bir şey: Bir şok ve mutluluk dalgası sizi sarhoş ediyor ve tek düşündüğünüz, her gün kafayı takıp gerçek diye kendinize pazarladığınız her şeyin aslında vakit kaybı olduğu hissi. Başköşeye yerleştirdiğiniz her “çok mühim” mesele gözünüze saçmalık ya da teferruat olarak görünüyor. Adeta filtreli bir gözlüğü çıkarıp çıplak gözle hayata ilk kez bakmak gibi. Ya da boyut değiştirip gerçeküstü bir alemin kapısından adım atmak...
Sabah kalkıp kendi kendinize “Bir dakika ya, benim bir kızım var” diyorsunuz. Bakkalda çakkalda cebinizden para yerine kakalı mendil çıkınca evdeki “minik şey” aklınıza geliyor. Gülmekle ağlamak arası bir duyguya kapılıyor insan. Daha önce bilmediğiniz duygular.
Bilmiyorum belki herkesin ortak hisleri bunlar, belki değil. Siz “taze bir babanın heyecan buhranları” olarak okuyabilirsiniz.
Şu anda bir gıklama ve mıkırdama duyuyorum. Ateş topu gelmeden bana müsaade...
Çehov hepimizden daha yerli
Devlet Tiyatrosu artık yabancı oyun oynamayacakmış, yerli oyun oynama kararı alınmış. Yerli oyun yazarlığını destekleyip teşvik etmek amaçlı bir kararsa bu eğer, neden illa yabancıları yasaklayarak yapılıyor? Neden illa bir şeyler yasaklanmak durumunda?
Üstelik, Shakespeare, Çehov, Brecht, Sophokles’e yabancı demek doğru bir saptama da değil. Yabancı diye Mozart, Beethoven, Bach dinlememek olabilir mi?
Evrensel kültür diye bir şey var. Klasik müzik, caz, klasik edebiyat... Bunların yerlisi yabancısı olur mu hiç? Kendi vatandaşını insanlığa malolmuş isimlerden ve sanat türlerinden mahrum bırakmak bir kamu hizmeti, kültür politikası olabilir mi? Önemli olan yerli ya da yabancı olmak değil, evrensel olabilmek şunu bir anlayabilsek sorunlarımızı da çözeceğiz.