Geçen hafta müzik haberlerini tararken görmezden gelemeyeceğim iki başlığı not etmiştim. İki albüm. İkisi de bugün 30 yaşında. İkisi de artık klasik. İkisi de yayınlandıkları dönemin ruhunu, yükselen yeni kuşağın imgelemini en iyi yansıtan albümlerden.
Nirvana’nın Nevermind’ı ve Red Hot Chili Peppers’ın Blood Sugar Sex Magik’i. Bu albümleri ilk dinlediğim anı ve mekânı hatırlamaya çalıştım.
Nevermind’ı okula giderken otobüste dinlemiştim. 90’larda belediye otobüsleri ders çalışmak ve genel kültürü geliştirmek için en hesaplı ve güvenilir yerlerdi. Kitap okur, müzik dinler, sınavlara çalışırdım. Siyah renkli bir Sony Walkman’im vardı. Evde karışık kasetler yapmak dışında Akmar gibi yerlerde kasetler doldurturduk. Bandrollü kaset aldığımı hatırlamıyorum, çok nadirdir. Muhtemelen Nevermind’ı da bir yerlerde çektirmiştim. Farklıydı, gerçekti, yepyeni tınlıyordu. Yoğun şekilde metal, rock, hard rock dinlediğim yıllardı. Belli standartlara sahip olmayan (mesela gitar solosu olmayan) bir şarkıyı dinlemem mümkün değildi. Nirvana bu standartları rahatsız edici derecede zorluyor, esnetiyor, yok sayıyordu. Aşırı beğenmiştim. Bu yüzden de çok öfkeliydim. Beni böyle ele geçirdi Nirvana.
Red Hot Chili Peppers’ın Blood Sugar Sex Magik’i ise bambaşka bir boyuttu. Nirvana’nın ağır ve yoğun psikolojik arka planına sahip değildi. Eğlenceli, fırlama tiplerdi. Funk, rock, hard rock, metal, punk sevdiğim her şeyi bir arada sunan ve dans ettirebilen mükemmel bir formüle sahipti. O zamanlar basgitara merak sarmıştım. Flea’yi duyunca aklım yerinden oynamıştı. Hayattaki tek amacım bu albümdeki şarkıların bas partisyonlarını çalabilmekti. Blood Sugar Sex Magik insanlık için ne ifade ediyordu bilmiyordum ama benim için müzikal ve estetik bir ileri sıçramaydı. İnsanların hayatlarında bazı kırılma noktaları vardır. Bunlara nelerin neden olacağını önceden kestiremezsiniz. Bu kırılmalar çok sayıda, çeşitli alanlarda ve çeşitli seviyelerde olur. Bu iki albümün bana hatırlattığı işte bu tip kırılmalar.
Bu albümlerden bahsetmenin, bu albümleri dinlememiş ya da bu albümlerin yayınlandığı zamanlarda henüz doğmamış olanlar için ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkındayım. 90’larda bana birisinin 1960’larda yayınlanmış albümlerden bahsetmesi gibi. Fena halde bayıcı. Ama maalesef dünyadaki en güçlü duygulardan biri (herkesin bir gün anlayacağı gibi) nostalji ve insan nostalji illetinin içine illa çekiliyor. Bir noktada “Nevermind 30 yaşında” diye bir haber görüyor ve iki satır bahsetmeden geçemiyorsunuz. Belli yaşa gelen insanların sohbetlerinde beş yıldan eski anılardan bahsetmek yasaklanmalı belki de. Bu konu ciddi olarak düşünülmeli, bu sayede yaşam kalitemizde önemli bir sıçrama olabilir. Tony Soprano reisin de belirttiği gibi, “Hatırladın mı hani...” en aşağılık sohbet şeklidir.
“Nevermind” ya da Blood Sugar Sex Magik bugünün dünyasında hâlâ bir anlam ifade ediyor mu yoksa çoktan müzelik mi oldular, emin olamıyorum.
Bu albümlerden bahsetmek bana eski Walkman’imden, Discman’imden, ilk sürüm iPod’umdan, bir zamanlar herkesin elinde olan ve geleceğin cihazı diye bakılan “Blackberry”den söz etmek gibi geliyor. Yani tarih öncesinden bahsetmek gibi.
Öte yandan, bu albümlerin içindeki şarkılar bugün hâlâ çok iyi geliyorlar kulağa. Teknoloji çok çabuk eskiyor ve yerine hemen yenisi geliyor ama şarkılar çok daha uzun ömürlü ve bugün pek çoğu hâlâ güncel. Bu albümleri düşünürken iki uç arasında gezinip duruyorum.
Eskiden iyi müzik dinlediğini düşünen biri işe rock klasiklerinden başlardı. Bu da her şeyin başladığı 60’ların, 70’lerin müzikal dünyasına ve gençlik kültürüne dalmayı gerektirirdi. Şimdi başlangıç vuruşu hangi yıldan veriliyor bilmiyorum. Muhtemelen 90’lar ve 2000’ler.
O halde, işte size güzel bir başlangıç için fırsat. Üstelik kasete, walkman’e de ihtiyaç yok. Dünyanın bütün müziği artık elimizin altında. Nostaljik falan olmadan, güzel güzel dinleyin.