Kariyerine eski blues şarkıcılarına benzemeyi isteyerek başlayan, yaşlandıkça eski bir blues şarkıcısına dönüşen hırslı bir genç adam... Onunla 2006’da röportaj yapan yazar Jonathan Lethem, Bob Dylan’ı böyle tanımlamış.
Aslında olan biten Dylan açısından da basitçe bu. Ama olaylar geliştikçe Dylan, sivil hakları ve bireysel özgürlükleri savunan yeni bir gençliğin ahlaki, kültürel haritasını ve siyasal duruşunu belirleyen kendi kuşağının sanatçılarının en güçlülerinden biri haline geldi. Bunu da gitarı ve şiiriyle yaptı.
Bir dönemin cinsellik sembolü, gençlik idolü, folk şarkıcısı, ozanı ve şairi, şimdinin bilge adamı Dylan, Nobel Edebiyat Ödülü’nü boşuna almamıştır. Müziğin edebiyata, edebiyatın müziğe etkisinin geçen yüzyıldaki en bariz kanıtlarından biridir kendisi.
Müziğin dünyayı değiştirebildiği bir çağın yıldızıdır. Ve müziğin bu gücünü borçlu olduğu insanlardan biridir. Onun şiiri ve müziği kendinden sonrakilere de bu gücü vermiştir.
“60’lar bana ait”
Nobel ödül komitesi kendisine şiire ve İngiliz diline katkılarından dolayı ödül verdiğini açıkladı. Onu çağının Rimbaud’su, William Blake’i olarak gördüklerini söyledi. Nobel komitesinin demek istediği, Dylan’ın sanatının artık 60’ların özgürlükçü hareketinin kültürel sözcüsü olmaktan çok öteye taşınmış olmasıdır. Kendisi klasikler arasına girmiştir denmek istenmektedir. Nobel komitesi bu görüşünde sonuna kadar haklı.
Kimi tartışmalarda bu ödülün neden Dylan’a verildiği, neden başka birine verilmediği sorgulanıyor. Veya kimileri eğer bir müzisyene ödül verilecekse bu başka biri olabilirdi deniyor. Buradaki yaklaşımım müziksever olarak “Neden Dylan?” sorusunun yanıtını vermeye çalışmak. “Neden Cohen değil? Neden filanca değil?” yanlış sorudur.
Benim beklentim gelecekte şiire ve İngiliz diline katkılarından dolayı hiphop söz yazarlarından birinin bu ödüle layık görüleceği yönünde.
Dylan aslında bugünden ziyade 60’lara ait biri. Şöyle diyor bir röportajında: “Herkes 60’ları gözünde büyütüyor. Ama sen şimdi 60’ları sahiplenen insanla konuşuyorsun. Ben hiç 60’lar benim olsun istedim mi peki? Hayır. Ama 1960’lar benim. Bana ait. Kim buna karşı çıkabilir?”
O yıllarda bestecilik ve söz yazarlığına çok dışarıdan, alışık olunmayan bir üslup ve hikayelerle girdi Dylan. Alametifarikası kullandığı sesler, büyülü bir müzisyenlik ya da etkileyici sound’lar değildi. Daha ziyade sözler, hikayeler ve onları anlatma tarzıydı. Blues şarkıcılarının izinden gitti. Ki blues o yıllarda aşağı sınıfın müziği görülürdü. Siyahların müziğine ilgi duyup yeniden üreten beyaz çocukların ilklerindendir. Anlattıkları hikayeler yeni olduğu kadar anlatma tarzları da o döneme göre yenidir bu insanların. Bir önceki kuşağın anlamayacağı müzikler, tarzlar ve laflardır bunlar.
İşte Dylan 2016’da ona Nobel getirecek şiirlerini o dönemde yazıp gitarıyla çalmaya başladı. 2006’da şöyle konuşuyor: “Eskiden dinlediğim ve hâlâ sevdiğim albümler var. Ama artık öyle bir albüm yapmak imkansız. Pikaplarda çalınan eski plakları seviyoruz biz. Artık kabul edelim, o günler geride kaldı. Yapabileceğinin en iyisini yapıyorsun, bildiğin bütün yollardan o teknolojiyle savaşıyorsun, yine de son 20 yıldır doğru düzgün albüm yapan kimseyi tanımıyorum. Bu modern albümleri dinlemek korkunç. Her taraf ses dolu. Hiçliğin tanımını bilmiyorlar. Herkes bedava müzik dinlemeye başladığında ‘Neden olmasın ki, zaten artık hiçbir değeri yok’ diye düşünmüştüm.”
Şarkılarına bakın
Dylan’ın 60’larda, bugün klasik olan albümlerini kaydettiği dönemde şarkılar bir günde bilemediniz iki günde kaydediliyordu. Post prodüksiyon diye bir şey pek yoktu. Çoğu zaman bir kağıda çiziktirdiği sözleri, bazen de tamamen ezberindeki şiirleri, o anda müziğe gitarın notalarına ve akorlara uydurarak şarkılar kaydettiğini biyografisi, ilk cildi yayımlanan “Chronicles”da anlatıyor.
“Şarkılarımı yazmıştım ama kaydetmek zahmetli oldu” diyor. Yani stüdyoda, müzikalitede iyi, çok iyi değil, iddialı değil Dylan. Hatta hırıl hırıl bir sesi var. 1969’da bir röportajında “Sigarayı bıraktım, sesim düzeldi” diyor.
60’larda “Tarantula” adlı düzyazıda şiirsellik üzerine yazdığı kitabı bugün pek hatırlayan yok. Elbette şimdi yeniden basılacaklar listesine girmiştir. Ayrıca Dylan’ın kazandığı ödülü duyanlar, haydi bir kitabını okuyalım dese ancak anılarını bulabilirler. Dylan’ın şiirini anlamak için bakılacak yer şarkılarıdır.
3 klasik Bob Dylan albümü
“Highway 61 Revisited” (1965): Dylan’ın memleketi Minnesota’dan blues’un merkezi Mississippi deltasına uzanan otoyolun adı Highway 61. Dylan yeniden geçmiştir bu yoldan şarkılarıyla, şiirleriyle. “Like a Rolling Stone”, “Ballad of a Thin Man”, “Thombstone Blues”, toplam altı günde kaydedilen bu albümden tarihe geçmiş klasikler.
“Blonde On Blonde” (1966): Kayıtları New York’ta başlayan, Nashville’deki Columbia Stüdyoları’nda biten, toplam üçer günlük üç kayıt seansında tamamlanan klasik albüm. Dylan’ın müzikal açıdan en fazla tatmin olduğunu söylediği albümlerdendir. Son şarkı 11 dakikalık “Sad-Eyed Lady of The Lowlands” tek seferde canlı kaydedilmiş ve albüme alınmış.
“Desire” (1976): New York’ta kaydedilen bu albüm Dylan’ın grup sound’uyla yapılmış albümlerine en iyi örnek olabilir. Gitar, vokal ve armonika yerini davul, bas ve piyanoya bırakmıştır. Bu albümdeki “Hurricane” siyahlara yapılan muameleyi eleştiren, hâlâ güncel bir şarkıdır. Buradaki bir diğer klasik “One More Cup of Coffee”.