Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçenlerde içinde olduğumuz muhtelif sohbet gruplarının birinde makarna, mercimek, ıslak mendil ve el dezenfektanı depolamaktan söz ediliyordu. Bu grup Türklerden ibaret olsa tamam, normal derim. Çünkü biz işler ters gitmeye başladığında bakkala koşup makarna depolayan bir milletiz. Sorunlarımızla başa çıkma yöntemlerimizden biri bu. Ama ya İngilizler? Çok milletli bir diğer grupta endişeli anneler henüz el sabunu ve tuvalet kâğıdının tükenmediği marketlerin isim ve konumlarını paylaşıyordu. Artık bu tip panikleme hareketlerinden dolayı mı, yoksa cidden aşırı talepten mi bilmiyorum, marketlerde bu ürünler online siparişe kapandı cidden. Marketlere gidip kendiniz almalısınız. Ayrıca yetkililer bir kişiye iki adetten fazla dezenfektan satılmasını yasakladı. Sabun, ıslak mendil karneyle dağıtılacak herhalde yakında Londra ve çevresinde diye espriler yapıyorum, kimse gülmüyor.

Haberin Devamı

Neyse, grupta “Şurada varmış, arkadaşın arkadaşı söyledi, koşun” şeklinde mesajlar havada uçuşuyordu o yüzden. “Hah” dedim, “bir gün herkes Türklüğü tadacaktır ve işte sizin de zamanınız buymuş.” Makarna almaya markete koştum tabii ardından. Üç beş paket fiyonk makarna, penne falan aldım da rahatladım.

Bizim mahallede bir tane korona vakası çıktı. Teyit de edildi. Mevzuların baş konusu bu. Herkes bu kişinin kim olabileceğini ve evini tahmin etmeye çalışıyor. Ne yapacağız evini bulsak, onu bilmiyorum. Adam (ya da kadın) hasta olmuş, şimdi de karantinada tedavide. Daha başına ne gelsin bu kişinin?

Mahallede gene de fazla bir hareketlilik yok. İptal edilen geziler, iş toplantıları, konferanslar derken bu iş en fazla beyaz yakalıları vurdu sanırım. Çünkü beyaz yakalı toplantı yapmazsa, haftada en az üç beş sunuma girmezse kendini işe yaramaz hisseder. Bunalıma girer. En kötüsü de patronlar bu toplantıların aslında gereksiz olduğunu fark eder, “İşler böyle de yürüyor, neden her ay dünyanın bir köşesinde beş yıldızlı oteldeki sıkıcı bir salonda toplantı yapıyoruz ki biz?” derlerse o zaman dengeler sarsılır işte. “Ekonomik etki” dedikleri bu olabilir mi acaba?

Haberin Devamı

Koronavirüs güncesi

İngiltere Kraliçesi II.Elizabeth, koronavirüs riskine karşı saraydaki davetlerde kuralları askıya alıp, tokalaşırken eldiven kullanmaya başladı.

Metroda çok acayip tipler

Koronavirüs ben bu yazıyı yazarken İngiltere’de bir kişinin hayatına mal oldu. 100 kadar da vakadan söz ediliyor. Yani aslında belki de normal bir grip ya da insanlığın çoktan bildiği hastalıklar kadar zarar vermiş durumda. Ama adı bile sosyal hayatta izler bırakmaya başladı. Metroda çok acayip tipler var. Gerçek maske bulamayıp kafasına torba, naylon poşet geçirip göz ve ağızlara delik açanların resimlerini gördüm. Benim gidip geldiğim hatlarda böyle manyaklar pek yok ama gene de davranışlar endişe verici. İnsanlar zaten birbirine mesafeliydi, şimdi daha da mesafeliler. İşe gidip gelirken pek çok “commuter” etrafındakileri sadece görmezden gelir, yok farz eder. Şimdi bu kayıtsızlık durumu değişti. İnsanlar “Bir dakika! Bu trende başka insanlar da var ve hasta olabilirler” diye telaşlanmaya başlamış olmalı ki birbirlerine dikkatle bakıyorlar. İngilizlerin “stare” dediği uzun uzun bakma ve inceleme görgü kurallarına pek uygun bir davranış değil ama anormal şartlarda bunlar askıya alınabiliyor demek ki.

Haberin Devamı

Hapşırma gerginliği

En ufak bir aksırık tıksırık olduğunda vagonun diğer yanına kaçılıyor. Henüz hapşıranı hareket eden trenden aşağı atma aşamasına gelinmedi ama gerginlik de yok değil. Geçen gün öksürerek metroya binen birinin etrafından çil yavrusu gibi kaçtık. Ters ters bakanları gözden kaçırmadım. Ben nasıl baktım bilmiyorum. Belki ters terstir. Adam boş koltuklardan hangisine oturacağını şaşırdı. Kimse yanına oturmak istemedi. Acaba ne düşünmüştür?

Yeni selamlaşma şekilleri üzerine çalışılıyor. El sıkma, kafa tokuşturma, yanaktan öpme, “Çak baba!”, bunları unutun. Zaten burada böyle selamlaşmıyor insanlar. Kucaklaşma ve el sıkışma var ve şu an ikisi de yapılmıyor. Peki nasıl selamlaşılacak? Çinliler ayakları karşılıklı birbirine vurarak selamlaşma hareketini geliştirmişler. Ben geçen arkadaşlarla tartışırken 70’lerin meşhur disko figüründeki gibi popo tokuşturmayı teklif ettim. Eller temas etmiyor, sadece popolar (kalça) ediyor, o da pantolonun üzerinden. Sıkıntı yok yani. Hastalık geçmez. En fazla “elektriklenme” olur. Biraz samimi olmak için de güzel bir fırsat. “Icebraker” cinsinden.

El yıkama hareketi

Öte yandan, “Ellerinizi iyi yıkayın” hareketi aldı başını gidiyor. İnternet “El işte böyle yıkanır” videolarıyla dolu. O konuda da rekabet var. “Hayır, öyle değil asıl böyle yıkanır”lar da gelmeye başlamış. İnsanlık 21. yüzyılda ellerini yıkamayı öğreniyor. Hem de telefondan videoya bakarak. Hakikaten medeniyet çok ilerledi, öyle böyle değil.

El yıkama yarışı ciddi boyutlarda. İnsanlar birbirleriyle gizli bir rekabete girmişler gibi. Devamlı uzun uzun ellerini sabunlayan, kapalı alanlarda dezenfektanları boca ettikleri ellerini, bileklerini ovuştura ovuştura dolaşan insanlara bakarak ben de gaza geliyorum.

Yıkaya yıkaya ellerim haşır haşır oldu. Yakında komple deri dökeceğim. Ama yetmiyor. İnsan ellerini yıkadıkça daha fazla yıkayası geliyor. Bilgisayar çok pis, kapı kolu zaten mikroplu, kalemi tutma leş gibi diye diye temizlik hastalarına dönmeye başladım.

“Bir metre” meselesi bana çok mantıklı geliyor. Hasta olduğunu düşündüğünüz kişilere bir metreden fazla yaklaşmayın deniyor. Sokakta gördüğüm tanımadığım insana neden bir metreden fazla yaklaşayım ki zaten. Üç inç mesafemi korurum.

İşte böyle sevgili günlük, insanlara ve insanlığa mesafeli, ellerimizi ovuşturarak, birbirimizin gözlerinin içine dik dik bakarak dolaşıyoruz sokaklarda...