Geçenlerde müzik dünya-sının en güçlü isimlerinden biri olan Spotify’ın patronu Daniel Ek “sanatçılar artık eskisi gibi 3-4 yılda bir albüm yayınlayarak hayata devam edemezler” dedi. Bu açıklama Music Ally’ye yapıldı ve konu elbette eski bir mesele olan stream’den elde edilen gelirlerden sanatçılara düşen paydı. İşin bu kısmı, yani gelirler, çok teknik bir konu ve uzmanlık gerektiriyor. Bir şarkının ekonomik olarak değeri nedir? Dijital formatta satın alınca ne kadar ödemeli, dinleyince ne kadar ödemeli? Teknik olarak stream platformları katalogların dinlenme hakkını geçici süreyle dinleyiciye satıyor.
Şarkılar asla sizin olmuyor. Öte yandan dijital olarak satın aldığınızda da kısıtlamalar var. Bana sorarsanız hâlâ bir şarkıya, albüme sahip olmanın en doğru yolu fiziksel formata sahip olmak. Plak, CD sahibi olursanız bunu ileride çocuklarınıza da bırakabilirsiniz. Ama stream’e hayat boyu
her ay para ödeseniz de şarkılar sonunda asla sizin olmayacak.
Velhasıl bunlar detay. İşin aslı Daniel Ek’in sözleri. Fiyatlandırma nasıl olursa olsun, sanatçılar ne kadar gelir elde ederlerse etsinler Ek’in sözleri doğru. Bugün 3-4 yılda bir albüm yaparak devam etmek ne ekonomik açıdan mümkün ne de sanatsal açıdan. Bugünün dünyasında adından bir iki ay söz edilmeyen biri unutulmaya ve bir daha da hatırlanmamaya mahkûm. Hatırlananları da “nostalji” etiketi bekliyor. Nostaljik sanatçı olma yaşı en iyi ihtimalle 30’larda falandır herhalde bugün.
Sadece müzikte değil diğer alanlarda da devamlı iyi kötü, kaliteli kalitesiz, yeterli yetersiz, düzeyli düzeysiz devamlı bir şeyler üretip ortaya koymazsanız ve paylaşmazsanız unutuluyorsunuz. Gerçek bu.
Önemli olan simanızın, sesinizin, imzanızın tanınması, bilinmesi, unutulmaması.
Müzik dünyasında olan biten aslında zamanın ruhunu özetliyor. “Bu şarkı ne kadar berbat” her zaman “bu kim ya”dan daha makbul günümüzde. Varsın berbat olsun ama beni unutmasınlar temel fikir.
Daniel Ek aslında sadece müzikte değil dünyada da zamanın ruhunu özetliyor. Devamlı konuşan popüler figürler var. Sosyal medyada, televizyonlarda ve aklınıza gelebilecek her tür medyada ve mecrada. Bu insanların ne iş yaptığı, ne dediği kimin umurunda? Kendilerinin dahi değil. Çünkü tek önemli olan orada olmaları ve görünmeye devam etmeleri.
Dedim ya müzik her zaman zamanın ruhunu yansıtıyor. Müziği inceleyince onun arka planında yaşadığımız hayatı görüyoruz.
Neyse ki her zaman sağlam yerlere demir atmış, kalbimizi fethetmiş, zaman ne yana savurursa savursun doğrudan, güzelden şaşmayan isimler var da onlara bakarak yönümüzü siste de fırtınada da buluyoruz. İyi müziğin her şartta ve ortamda dinleyicisine bir şekilde ulaşması gibi gerçek hayatta da mesajlar muhataplarına bir şekilde ulaşıyor.
Başlıktaki sorunun yanıtını vermem gerekir mi? Yoksa bu retorik bir soru ve yanıta gerek yok deyip geçeyim mi? İkincisini tercih ediyorum.
Pandemi depresyonu ve filmler
Evde oturmaktan, gelecekte ne olacağını bilmeden hızla değişen şartlara uyum sağlamaya çalışmaktan yorulduk. Eski alışkanlıklarımızı umutsuzca sürdürmeye çalışıyoruz. Depresyona girmeyelim de ne yapalım. Yaz geçip, tatil bitip havalar soğuduğunda, işlere hâlâ dönülmediğinde, eski hayatımızın geri gelmediğini cidden fark ettiğimizde daha da büyük bir depresyon bekleniyor.
Geçenlerde okuduğum bir yazı depresif filmleri ve dizileri izlemeyin önerisi getirmiş. Belki de haklı. Benim farklı bir bakış açım var. Son dönemde giderek garantili blockbuster’lara yöneldim bilinçsiz olarak. Kendimi Back To The Future, Rocky, Jurassic Park, Jaws, Alien gibi maceralara dalarken buldum. Ya da en sevdiğim klasik Hitchcock’ları, Fellini’leri Antoniani’leri, De Sica’ları izliyorum. Fransız Yeni Dalga’ya dalıyorum. Öte yandan Yeşilçam Klasikleri ve son 20 yılın her türden gişe filmlerini de ihmal etmiyorum. Bunların ortak yanı sanırım söz edilen yapımların hepsini önceden izlemiş olmam. Sonunu bilebildiğim, anladığım ve takip edebildiğim bir şeyi izlemek bana kontrolün bende olduğu hissini veriyor belki de. Önümüzde bizi bekleyen dönemde film ve müzik her zamankinden önemli ve değerli.