Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen cuma Stockholm’de çekilen ve muhtelif gazetelerde karşıma çıkan fotoğraf “eski ve güzel” dünyamızın bir yerlerde hâlâ yaşatıldığını gösteriyordu. Masaları dışarı taşan cıvıl cıvıl bir restoran, prosecco’lar, şaraplar, masalara servis yapan güler yüzlü garsonlar ve elbette birbirleriyle hararetli muhabbetlere girişmiş neşeli cuma akşamı insanları. Stockholm’de eve kapanma yok. “Evdekal” ya da “Hayat eve sığar” dememişler. Hayat normal bir şekilde bütün hızıyla ve neşesiyle baharı karşılıyor. Bütün Avrupa ülkeleri eve kapanmışken, başkentler, Batı kültürünün merkezi olmuş efsane kentlerde sokaklar güvercinlere kalmışken Stockholm sanki başka bir dünyada başka bir zaman diliminde.

Komşu ülkeler halkı eve davet etmişken, İsveç’in bu kararının temelindeki fikir sanırım bugün herkesin merak ettiği bir konu. İngiliz basınında pek çok yerde bu konuyla ilgili haberler yayımlanmasının nedenlerinden biri, İsveç Kamu Sağlığı Ajansı’nın mart başında İngiltere’ye dair hayli kötümser öngörüleri olmalı. O dönem Boris Johnson’ın henüz Kovid-19 olduğu anlaşılmamıştı. Kendisi İngiltere’nin kapanmak yerine normal hayatına devam etmesi gerektiğini söylüyor, bir süre sonra kalan sağlarla yolumuza devam ederiz mantığıyla yani meşhur “sürü bağışıklığı” prensibine dayanarak hareket edeceğini anlatıyordu. İşte bu dönemde İsveç Kamu Sağlığı Ajansı, eğer herkes evlere kapanmazsa İngiltere’de 250 bin kişinin öleceğini söylemişti. Bugün İngiltere evlere kapalı ve altı aydan önce normale dönülemeyeceği dünkü basın toplantısında hükümet tarafından açıklandı.

Peki ama İsveç başkasına tavsiye ettiğini neden kendi yapmıyor? Guardian’daki haberde devlette çalışan bir salgın uzmanıyla görüşülmüş. Anders Tegnell, “Bizde salgın çok gelişmedi, bu seviyede kaldığı sürece kapanmaya ve hayatı durdurmaya gerek yok” şeklinde konuşuyor. İsveç’te 92 ölü, 209 hasta var. Bu rakamlar elbette siz bu yazıyı okurken değişmiş olabilir ancak İsveç düşünce tarzıyla ilgili bir fikir verebilir.

Bir diğer neden olarak eve kapanmanın daha büyük sosyal sıkıntılara neden olacağı belirtiliyor. Mesela sağlık sisteminde çalışanların büyük kısmı çocuklarını kreşlere ya da okullara gönderiyor. Eğer çocukları eve yollarsanız sağlık hizmetlerinde sıkıntı yaşanacak deniyor. Öte yandan, herkesin bireysel önlemlerini alması yeterli diyen de var. Yani İsveç devleti halkına güveniyor. Bir diğer görüşe göre, İsveç devlet yapısı birbirinden bağımsız, hükümete daha az bağımlı otonom kurumlardan oluşuyor. Bir elin her şeyi tek bir yerden kontrolü imkânsız.

Restoranlardaki insanlarla konuşulmuş. “Hiç korkmuyor musunuz?” diye sorulduğunda “Hükümetimiz bize eve kapanın, tehlike var demedi. Bu olmadığı sürece hayat devam eder” şeklinde yanıt veriyor insanlar.

Bütün bu tablo bana gayet gerçeküstü geliyor. Bir yandan, bireylere büyük sorumluluk yükleyen ve “Ben halkıma güveniyorum onlar ellerini yıkar” demeye getiren bir devlet. Öte yandan, halkın sağlığını koruma konusunda bireylere yıktığı sorumluluğu pek almayan bir devlet.

Bizde hastalık lafı geldiğinde ikinci gün sokağa çıkma yasağı ilan edilsin diye bas bas bağıran insanlar vardı. İsveç’teyse anladığım ve okuduğum kadarıyla bir soğukkanlılık hakim.

İnsan neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamıyor. Virüs dünyanın ayarlarını bozuyor, o kesin. Bu ayarlar nasıl düzelecek belirsiz.

İngiliz hükümetine göre altı ay sonra normale dönebileceğiz. Peki ama döndüğümüz yer “normal” mi olacak? Aynı dünyayı mı bulacağız yoksa yepyeni bir dünyayla mı karşılaşacağız?

Guardian’da bir karikatür vardı son sayfada. Bulutlarla dolu uçsuz bucaksız bir gökyüzüne bakan bir çift var. Adam kadına “Bu iş bittiğinde ne değişmeli?” diye soruyor. Yanıt: “Her şey”.