Bu ara herkesin ortak sorusu şu: İngiltere’de Kovid önlemleri nasıl? Bu soruya yanıtım basit: Türkiye’den daha gevşek. Türkiye’ye gidip geldikçe bu farkı daha iyi gözlemleyebiliyorum.
Bir defa Londra’da ve benim yaşadığım gibi Londra’ya yakın yerlerde sokakta yürüyen insanlar artık pek maske takmıyor. On kişiden belki biri maskelidir. Bu manzara Türkiye’de gördüğümün neredeyse tam tersi. Çünkü Türkiye’de arabasında tek başına yolculuk eden kişilere dahi maske taktırıldığını gördüm. Burada böyle bir uygulama yok. Trafikte maske çevirmesi diye bir kavram da yok. Yolda polisler arkanızdan bağırıp maskenizi takmanız konusunda sizi uyarmıyor. Yolda maske takmadığı için yerlerde sürüklenerek dövülen kızlar, adamlar da görmüyoruz. Bunlar olmadan da bir şekilde virüse karşı önlemler alınabiliyor. İngilizler Türklerden daha bilinçli ya da virüse karşı daha korunmalı değiller. Ama yöneticilerin halka karşı tutum ve davranışlarının Türkiye’dekinden farklı olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim.
İç mekanlara gelince maske bazılarında zorunlu bazılarında da durum gereği serbest. Restoranlarda kafelerde maske takan müşteri yok. Birçoğunda servis elemanları takıyor. Bu durum sanırım Türkiye’de de aynı. Geçen pazar kahvaltıya gittiğim Granger’da sadece servis elemanları maskeliydi. Sosyal mesafe, aralıklı masalar gibi uygulamalar da yoktu. Bahçesi olan ve yeri durumu buna müsait olan işletmeler elinden geldiği kadar mesafe bırakıyor ancak çoğu yerde dip dibe ortamlara devam. Özellikle pub’larda ne kadar dikkat edilirse edilsin tanımadığınız insanlarla virüs alışverişi yapacak mesafeye kadar yakınlaşmak kaçınılmaz.
Tren, metro ve otobüslerde herkes maskeli. Alışveriş merkezleri ve mağazalar sınırlı sayıda insanı aynı anda barındırdığından kapıda kuyruklar görmek artık normal oldu.
Restoranların da iç mekânlar-daki kalabalığı aynı yöntemle kontrol etmeye çalıştığını belirtmem lazım. Eskiden de rezervasyonsuz pek bir yere gidilmezdi. Şimdi imkânsız. Geçen ay Leyla’ya okul kıyafeti aldığımız mağazaya bile rezervasyonla girebildik ve zor yer bulduk.
Bugünlerde sanırım bütün dünyada virüsle ilgili en sıcak konu okulların açılması. İngiltere’de okullar geçen hafta açıldı. Biz de Leyla’nın elinden tuttuk ve onu diğer çocuklarla birlikte bütün gün vakit geçireceği okuluna “eti senin kemiği benim hocam” diye teslim ettik. Çocuklar maske takmıyor. Ama virüse karşı küçük gruplar halinde zaman geçiriyor, bahçeye çıkarken, içerdeki faaliyetler sırasında, okula girip çıkarken ve yemeklerini yerken belirlenen küçük gruplar (ya da takımlar demeliyim belki de) halinde hareket ediyorlar.
En azından bizim okulda bu şekilde bir uygulama var. Her okulun kendi şartlarına özel önlemler aldığını duyuyoruz.
Virüsün okullar üzerinden patlama yapıp yapmayacağını bilemiyorum ama kesin olan şu ki burada herkes bu riski almaya hazır ve niyetli. Unesco’nun açıkladığı bir bilgiye göre dünyada İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez çocuklar eğitim ve öğrenim gibi konularda bu kadar büyük ve yaygın bir tehlikeyle karşı karşıya.
Biz neler gördük falan diyen dedelerimizin savaş hikayelerinden, babalarımızın kriz hikayelerinden ve bizim kuşağın siyasi kırılmalar ve iklim değişimi maceralarından daha büyük bir tehlikeden bahsediyoruz.
Küçük yaşta çocuğu olan dünyadaki bütün velilerin hayatı okulların aksaması yüzünden altüst oldu. Çocukların eğitim öğrenim alanında yaşadıkları bu dönem gelecekte ne tip sonuçlar doğuracak onu da göreceğiz.
İngiltere - Türkiye karşılaştırması şimdilik bu kadar.