Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın kuruluşunu Türkiye’nin kültür sanat tarihinde bir milat olarak düşündüm her zaman. Ondan önce İstanbul, dünyada modern bir kültür sanat şehri olarak görülmüyordu. Olsa olsa Batılıların oryantalist turistik hayallerinin bir parçasıydı. Bir James Bond filmi dekoru en fazla.

Ondan önce İstanbul, Batı kamuoyunda insanların sanatçısını, orijinal üretimlerini merak ettiği bir kültür ve sanat ortamından çok eski bir imparatorluğun turistik kalıntılarıydı.

Ondan önce İstanbul, müzikte dünya turnelerinin saygın bir durağı değildi (son 10 yılda hayli yıprandı bu özellik ama geçicidir).

Haberin Devamı

Ondan önce İstanbul’da konser izleyecek kitleler olduğundan bile emin değildi çoğu sanatçı, plak şirketi ve organizatör. Yabancı sanatçılar, yoğun olarak gelmeye başladığında yerli üretimler ve sanatçılar da kendilerini ifade edecek ortamı buldular yıllar içinde.

1973’te kurulduğunda belki sadece var olan elit bir kitleyi kültürel olarak doyurma işlevini taşıyordu vakıf. Ama yıllar geçince bu da değişti. ‘80’ler ve ‘90’lar boyunca büyüyen kuşaklar sadece müzik, sinema, tiyatro değil bir hayat görüşü de edindiler.

İçimizde o yıllarda İstanbul’da olup da yolu festivalin bir etkinliğinden geçmemiş insan çok azdır. Vakıf kültür sanatın kitleselleşmesinde önemli rol oynadı.

2023’te vakıf 50’nci yaşını kutlarken kurucu Nejat Eczacıbaşı’nın anılarına gittim ve o döneme ait notlarını karıştırdım.

Neden 1973’te kuruldu?

Nejat Eczacıbaşı aslında daha önceden festival düzenleyecek duruma geldiklerini ancak 1973’teki Cumhuriyet’in 50. Yıl kutlamalarını beklediklerini söylüyor notlarında. Bunun festivalin avantajına olduğunu fark etmişler. Devletin o yıl kutlamalara ayırdığı 50 milyon TL’lik tanıtım bütçesinden İKSV, 5 milyon TL yardım almış. Ayrıca o yıl önemli devletler en seçkin orkestralarını İstanbul’a 50. Yıl coşkusuyla yollayınca festival hem görkemli bir açılış yapmış hem de masraf az olmuş Eczacıbaşı’nın deyimiyle. Öte yandan büyük aksaklıklar olduğunu da yazıyor. Biz bu işi galiba bir daha yapamayacağız noktasına dahi gelinmiş. Gümrükte takılan enstrümanlar, kalabalık orkestraların getirilip konaklatılması. Festival demek zaten aksaklık demek. Neyse ki yılmamış kimse.

Haberin Devamı

Eczacıbaşı, Almanya’daki öğrencilik yıllarında sık sık Salzburg Festivali’ne gider, İstanbul’da da bir gün böyle bir festival düzenlenmesini hayal edermiş. 1960’larda kendi deyimiyle işleri yoluna koyduktan sonra bu işe eğilmeye başlamış. Cevat Memduh Altar ve ünlü Mozart uzmanı Bernhard Paumgartner’dan, Bergen Festivali’ni kuran Arne Jensen’den destek aldığını belirtiyor anılarında.

“Aya İrini titreşimden yıkılır!”

Bürokrasinin festivalin ilk yıllarında büyük zorluklar çıkardığı belirtiliyor Eczacıbaşı. Aya İrini ve Topkapı Sarayı’nda verilecek konserlere hep ayak sürülmüş. Saray’da yangın çıkacağı, Aya İrini’nin kubbesinin çökeceği gerekçe gösterilerek –fazla detay belirtmemiş Eczacıbaşı- konserler engellenmeye çalışılmış. Bu engelleme geleneğinin ara ara hortlayıp devam ettiğini biliyoruz.

Topkapı Sarayı’nda yangın çıkmadı ama AKM’de çıktı. 1970 yangını çıkmadan festivalin ana etkinlik sahnesi olarak AKM düşünülüyordu. Yangın planları değiştirdi. O yüzden ilk konserlerin büyük kısmı Aya İrini, Fatih Darüşşafaka binası (bugün Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi) ve Maçka Teknik Lisesi sahnelerinde gerçekleşti. İstanbul’da doğru dürüst modern konser salonu yoktu. Bu salonlarda konser vermek de izlemek de zordu. Bu tip gösteriler için düzenlenmemiş salonlarda dünyanın en büyük orkestralarını ağırlamak cidden büyük mesele olmalı.

Haberin Devamı

İKSV, 50 yaşında

Başarının nedenleri

Nejat Ezcazcıbaşı, 1993 yılında Festival, UNESCO Kültür Ödülü aldığında başarının nedenlerini şöyle açıklamış: 1. Özerk yapı. 2. Gerçek değerlerden ödün vermeden (yani popülerliğe kaçmadan denmek isteniyor) hazırlanan programlar. 3. Çalışanların özverisi.

Eczacıbaşı özerkliği çok önemli buluyor ve detaylandırıyor. “Yüzyılın ilk yarısında otoriter liderlerin ülkelerin sanatını ele geçirme ve değiştirme girişimleri olmuştur” diyor. Hitler’in beğenmediği şeyleri yasaklaması ya da tahrip etmesinden örnekler veriyor. Sanatçının ve sanatın bağımsız olması gerektiğine inanıyor. “İktidarlar değiştikçe sanat anlayışı da işbaşındaki iktidara göre değişecekse o sanat yozlaşır. İstanbul Kültür Sanat Vakfı statüsü gereğince hiçbir siyasal gücün sultasına girmeyecek ve hiçbir kişinin propaganda aracına dönmeyecekti” diye anlatmış.

“Dünya çapında çağdaş eğilimlerle uyumlu dışa açık bir Türkiye ortamının yaratılması gerekir” diye yazmış. Bugün Cumhuriyet’in 100’üncü, festivalin 50’nci yılında çok anlamlı bir vizyon.

İyi ki İKSV var ve iyi ki yoluna devam ediyor. Bugünden geçmişe bakınca başarının bir diğer nedeni de sanırım vakfın kendini yenileyebilmesi. Çalışanların ne kadar özverili olduğunuysa benim gibi sanırım kültür sanat dünyasının azıcık içinde olan herkes bilir, kabul eder. Yazılacak çok şey var ama yerim bu kadar.

Nice 50 yıllara!

Kaynak: “İzlenimler, Umutlar”, Dr. Nejat F. Eczacıbaşı, (Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yayınları, 1994).