Seamus Blackey’yi takip ediyorum Twitter’da. Xbox’ın yaratıcısı olarak biliniyor. Şu anda video game yaratıcılarını temsil eden Creative Artist Agency’nin sahibi. Ama Twitter’da devamlı ekmek yapıyor. Ne oyunlardan bahsediyor, ne geleceğin oyun trendlerinden. Ha bire unla suyu karıştırıyor, maya ekliyor. Gerçi oyundan bahsetseydi zaten takip etmeyecektim çünkü hiç merak etmiyorum.
Şu hayatta katlanamadığım tek zaman israfı oyun. Zamanı çarçur etmeye karşı varoluşsal bir kinim yok. Her dakikamızı değerlendirelim gibi bir heyecanın, mücadelenin içinde de değilim. Diğer bazı zaman çarçurlarına (mesela Twitter) gayet açık bir insanım. Zaman israfı konusunda açık fikirliyim bile denebilir ama konu bu değil. Ekmek. Seamus abiyi takibe Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kapanoğlu’nun Twitter’da gördüğüm tavsiyesiyle başladım. O da zaten “Bu adam Xbox’ı yaratmış ama şimdi ekmeğe kafayı takmış ilginç biri” diyerek önerdiydi. Bence Kapanoğlu da ekmekle ilgili gibi geliyor bana.
Seamus Blackey, tanıdığı bilim insanlarının da yardımıyla Harvard Üniversitesi’ne bağlı Peabody Museum’da yer alan 4500 yıllık bir çömlekten maya örneği alıp çoğalttığını ve bununla aynı hiyerogliflerdeki gibi bir ekmek yaptığını Twitter’da anlattı. Resimlerle bütün süreci paylaştı. Biz de çekirdek çitleyerek izledik. Açıkçası, ekmeğin beni bu kadar saracağına ihtimal vermezdim. İşin içine piramitler, firavunlar, hiyeroglif falan girince heyecan yaptım.
Birkaç yıl önce Groove Armada’dan Andy Kato’nun çiftçiliğe merak sardığını öğrenip konuyu araştırmıştım. Kato Fransa kırsalında satın aldığı çiftlikte buğday yetiştiriyor halen. Toprağı bellerken atların çektiği sabanlar kullanıyor. Tohumları bölgedeki çok eski bir değirmeni çalıştıran bir çiftçiden almış. Çiftçinin iddiasına göre bu tohumlar Romalı lejyonerlerin kullandıklarındanmış. Kendi buğdayını yetiştirip kendi ununu yapan Kato binlerce yıl önceki tohumların peşine düşüp Romalıların yediği ekmeği yapmaya merak sarmıştı. Yıllarca dev kalabalıkların karşısında mikserin reostalarını tutan, plaklara iğne koyup kaldıran parmaklar şimdi saban kavrıyor, tohumu serpiyordu. Ekmek konusuna merak saran sıradan insanlar da tanıyorum. Moda’da yaşarken sabah erken kahvemi içmeye gittiğim kafede ara ara sohbet ettiğimiz erkenci bir müdavim dostum bir gün ekmek işine girdiğini söyleyip mayalardan, unlardan bahsetmeye başlamış, bir süre ortadan kaybolduktan sonra bir sabah koltuğunun altında dev bir ekmekle çıkagelmişti.
Nasıl yaptığını detaylı bir şekilde anlattıktan sonra bana hediye ettiği bu ekmeği ailece bir hafta afiyetle yemiştik. Geçenlerde “Succession”ı seyrediyordum. Seyretmediyseniz muhakkak bir yerlerden izleyin. Dünyanın en büyük medya kartellerinden birine sahip ailede artık emekliliği kaçınılmaz gibi görünen babanın yerine birbirinden beter çocuklardan hangisi geçecek diye merakla bekliyoruz.
Dikkatimden kaçmayan, bu dizide çocuklardan birinin babasına doğum gününde maya hediye etmesiydi. Adamı etkilemek için hediye olarak Patek Philippe saat veren de vardı, nadir -ve sanırım aşırı değerli- maya alan da. Geçenlerde buradaki arkadaşlardan biriyle sohbet ederken hafta sonları ekmek pişirdiklerini öğrendik. Hatta kendileri gibi ekmek meraklılarıyla buluşup mükemmel ekmek için fikir alışverişi yapıyorlarmış. Elbette onlara “Dünyanın en güzel ekmeği ramazan pidesidir.
Tarifi de zaten var bizde boşuna uğraşmayın” diyerek üzmek istemedim. Ama itiraf ediyorum, bir 15 dakika kadar ben de ekmeğe kafayı taktım. “Kendime nasıl bir fırın alsam, arkaik mayayı nasıl buluruz, mayacı tanıdık var mı, dur bunun kursu da vardır, acaba hangisi iyisi, yanlış yapmayalım” diye araştırırken bulunca daha başlamadan ufaktan “kal” geldi. Ardından ne yaparsam yapayım ramazan pidesinin üzerine çıkmayacağımı anlayınca projeden anında vazgeçtim. Artizan ekmekçilik kariyerim başlamadan işte böyle bitti.