O2 Academy Islington konser salonunun önünde bir uzun kuyruk dolusu Türk, Duman konserine girmek için bekliyoruz. İçeri girenler hemen iki yandaki barlara doğru yöneliyor ve içeceklerini alarak sahnenin önüne doğru geçiyorlar.
Mekân iki katlı ve her nedense bana bir zamanlar Beyoğlu’ndaki rock barları hatırlattı. Duman’ın ilk adını duyurmaya başladığı yıllardaki şimdiden bakınca salaş, pis, eşyaları, dekorları daha mütevazı ama ruhu olan, tıklım tıklım insan dolu mekânlar.
Yaklaşık 1000 kişlik salon tıklım tıklım Türk dolu. İngiltere’yi temsilen (!) konseri izlemeye gelmiş bir iki kişi de olmasa 1999 yılının Beyoğlu’na ışınlanmış gibiyiz. Aynı ortam, aynı enerji. Ellerinde dolu bardaklarla birileri kalabalığı yara yara önlere girmeye çalışıyor. Birtakım kızlar Kaan’a bakarak çığlıklar atıyor. Her şarkıya eşlik eden birbirine sarılmış kalabalık genç grupları Müslüm Baba konserindeymiş gibi damardan katılım sağlıyor. Bara bir şeyler almaya gönderilmiş kurbanlar seslerini duyurmaya çalışıyor. Arkadaşını kaybedenler, kaybettiklerini bulanlar.
Duman ancak belli başlı büyük sanatçıların sahip olabildiği çok kemik, sadık bir kitleyle yürüdü. Öyle ki Duman konserleri neredeyse kapalı devre ve ağzına kadar dolu geçti. Her gittikleri şehirde kitlelerini buldular. İşte Londra’da da Duman kitlesi onları yalnız bırakmamış.
Sahneye çıktıklarında açıkçası hiçbir şeyin değişmediğini görmekten mutlu oldum. Son 20 yılda sadece davulcular değişti. Cengiz Baysal’ın ardından, ekip Mehmet Demirdelen ile çalışıyor. Mehmet’in gruba uyumu tamamlanmış. Bir önceki Cengiz Baysal’a göre çok daha sert, köşeli ve büyük çalıyor enstrümanını.
Kaan Tangöze her zamanki gibi konsere ağırdan girip yavaş yavaş açılıyor. Şarkılar söylendikçe, sololar atılıp, riff’ler tekrar edip, heybetle biten şarkıların ardından yenileri başladıkça Kaan da yavaşça uyanan bir dev gibi ağır ağır giderek güçlenerek hareketleniyor. Konsere dâhil olmaya başlıyor. Çoğu zaman şarkıları söylemesine bile gerek yok. Karşısındaki kitle onun rolünü de üstlenmiş durumda.
Yurt dışında Londra’dayız ama herkes aslında evde olduğunu biliyor. Sanırım yurt dışında olduğunda insanlar “memleket”ten gelen her şeye daha farklı bir gözle bakıyor. Ben buralarda yeniyim ve açıkçası böyle hislenmelerim de yok. İleride olur mu bilmem. Ama Duman’ı duydum mu gelmeden edemedim. Doğrusu, salondakilerin ne kadar doğma büyüme gurbetçi, ne kadarı sonradan gelmiş, kaçı meşhur Ankara anlaşmasıyla son bir iki yılda buraya göçmüş, ne kadarı beyin göçü, ne kadarı öğrenci bilmiyorum. Ama bu salon insana eski, evcilleştirilmemiş, dizginlenmeye çalışılmamış, “düzeltilmemiş” Beyoğlu’ndaki bir konseri hatırlatıyor.
En son sanırım 10 yıl kadar önce bir Duman konserine gitmiştim. Grupla yaptığım son röportaj da yine o yıllara rastlıyor. O zamandan bu zamana Türkiye çok değişti, toplumumuz çok değişti, işler güçler değişti; herkes, Duman da dâhil evlendi, çoluk çocuğa karıştı ama bunların hiçbiri sahneye yansımıyor. Duman konserlerinde değişen şey, yıllar içinde havaya kalkıp çekim yapan telefon sayısındaki artış olmuş. Başka her şey aynı. Kaan aynı tişörtle karşımda duruyor işte.
Son albümün üzerinden altı yıl geçmiş. Arada Kaan ve Ari sözünü hiç esirgemeyen solo projeler yaptılar. Ve bir yandan da Duman yoluna devam etti. Evet, Duman’ın çok şarkısı var, evet hepsi ayrı güzel ve her biri yeniden çalınıp canlandırılmaya çok müsait. Ama gene de hayata yeni şarkılar lazım galiba diye notumu düşeyim.
‘Türk tipi’ konser izlemek
Biz Türkler konser izlemeyi bilmiyoruz. Ya da kendimize has bir tarzımız var diyelim kimse üzülmesin. O kadar çok konuşuyoruz ki mesela Batuhan’ın “Ah”ın introsundaki gitar solosunu dinlemek bir süre sonra giderek zorlaşıyor. İnsanlar bir araya muhabbete gelmiş, uzun zamandır görüşmemiş kafadarlar hal hatır soruyor, köşede de Duman adlı grup konser veriyor, gibi oldu zaman zaman. İşin ilginci, şarkı hit bir şarkıysa bir anda konuşmalar bitiyor ve hep bir ağızdan şarkıya eşlik edilerek gol olmuş gibi önlere koşuluyor. Yani sahneye ilgisiz olduğumuz da söylenemez.
Dedim ya. Kendimize has durumlar. Konseri izlemeye gelmiş tek tük İngiliz acaba ne düşündü merak ettim. Bir yandan videolar çekip bir yandan da müziğin gerçekten coştuğu anları alkışladılar. En fazla coşanlar değil ama sanırım en iyi müzik dinleyicileri onlardı.