Eğlence dünyasında, daha da net olmak gerekirse yeni nesil televizyonculukta İngilizcenin hegemonyası sona eriyor. Farklı dillerde yapımlar dublajlı olarak izlenme rekorları kırıyor.
Belki inanmayacaksınız ama eğlence dünyasının geleceğinde “dublaj”ın çok büyük, önemli bir yeri var. 300 milyon Netflix izleyicisinin büyük kısmı dizileri altyazılı değil dublajlı izliyormuş. Gelecekte herkes İngilizce öğrenecek ve ortak bir dil konuşacak falan sanıyorsanız, büyük ihtimalle yanıldınız. Gelecekte herkes kendi dilini konuşacak ve dublaj yükselecek. Netflix’in Roma’da yapılan yeni sezon lansmanında sadece yeni diziler tanıtılmadı. Şirketin yöneticileri eğlence dünyasının nasıl şekillenmekte olduğuna dair ilginç bilgiler verdi. Bunlardan Todd Yellin’in anlattıkları ilgi çekiciydi. Yellin, Netflix’in ürün başkan yardımcısı. Netflix’in nasıl çalıştığını, kullanıcıya nasıl hizmet verdiğini ve buradaki içeriğin nasıl dağıtıldığını anlattı.
Netflix tüm dünyada 125 milyon aboneye sahip. Ama her üyelikte birden fazla kullanıcı var. Her birinin de kendi kişisel tercihleriyle login olma imkanı var. Yani aslında 300 milyondan fazla insan Netflix’teki içerikleri izliyor.
Bu 300 milyon insan dünyanın her yanında ve birbirinden farklı diller konuşuyor. İçerikler de birbirinden çok farklı dillerde. Peki içerikle izleyici nasıl kolayca iletişim kurabiliyor? Yanıt dublaj. İnanmayacaksınız ama bizim televizyonculuğun medarı iftiharı 40 yıllık dublaj kültürümüz bugün Netflix’in geleceğe yönelik en büyük kozlarından biri. 26 dilde içerik, dublaj ve altyazılar varmış Netflix’te. Ve tüm kullanıcılar içinde en fazla dublajlı içerikler izleniyormuş. Mesela “13 Reasons Why” dizisini izleyen tüm kesimin yüzde 75’i dublajlı izliyor. Yüzde 13 altyazı kullanıyor. Yüzde 9 hem dublaj hem altyazı kullanıyor.
Dil bariyeri aşılıyor
Bazı dizilerin dublajını bizzat oyuncuların yaptığı da söylendi, mesela yeni Danimarka yapımı “The Rain”in kadrosu İngilizce biliyormuş. Bu yüzden orijinal dili Danimarkaca olan dizinin İngilizce dublajını oyuncular kendileri yapmış. Kendi kendine dublaj da enteresan bir durum. Eğlence alanında İngilizcenin egemenliği sona eriyor. Şöyle de tercüme edebiliriz; içeriklerin serbestçe dolaşımı ve kitlesel olmasının önündeki dil bariyeri artık aşılıyor. Bu ne kadar önemli biliyor musunuz? Mesela Netflix’in ilk orijinal Alman yapımı olan “Dark” en fazla Almanya dışında izlenmiş. Yarın başarılı olduğu takdirde Netflix’in ilk Türk yapımı olan “The Protector” da kendine umulmadık yerlerde izleyici bulabilir.
İçeriklerin farklı dillerde olması dikkate alınması gereken pek çok parametreyi beraberinde getiriyor. Mesela dizinin adı. Çoğunlukla dizinin adını gösterildiği ülkeye göre değiştirip tercüme etmek işe yarıyor. Mesela bir telefon santralinde çalışan kadınların hikayesine odaklanan “Chicas De La Cable” adlı yapım “Cable Girls” olduğunda ABD’de yüzde 22 daha fazla izlenmiş. Ama bu her zaman böyle değil. “Friends From College” dizisinin izlenme oranı dizinin adı yerel dile tercüme edildiğinde Fransa’da yüzde 10, Danimarka’da yüzde 14 düşmüş. Dolayısıyla dizinin adını İngilizce bırakmışlar. Yellin’in dikkatle altını çizdiği şuydu: ABD’de dublaj diye bir şey yok. Altyazı kültürü de yok. Yani İngilizce olmayan bir şeyin tutması, ya da bırakın tutmayı izlenmesi dahi zorken, bu artık değişiyormuş. Dolayısıyla bu yerelden çıkan yapımlar için yepyeni bir alan, yepyeni bir yol demek. Yetenekli insanlar için iş yapacakları bir uluslararası platform oluşuyor demek. İşte tam da bu noktada oluşan içeriğin dağıtımı önem kazanıyor. Bu da ilginç bir konu. Netflix’in bunu sevdiysen bunu da izle algoritmasının ana fikrinden bahsetti biraz Yellin. Bu algoritma 2000 farklı temel “taste community” üzerinde işlem yapıyormuş. Buna “beğeni grupları” diyebiliriz. Bu temel gruplar coğrafi değil. En güzel ve heyecan verici yanı da buydu bana göre. Yani mesela algoritma aynı ülkedesin diye seni aynı türde bir beğeni kalıbına sahip kabul etmiyor. Bu temel gruplar adı üzerinde tamamen beğenilere göre grupluyor kullanıcıları. Dünyanın farklı yerlerinde bambaşka sosyoekonomik ve kültürel sınıflara ait insanlar aynı gruplarda buluşabiliyor, aynı beğenilere sahip olabiliyor.
Eğlence dünyasının şekli değişecek
2000 temel gruptan birine dahil olduğunuzda dizilerin sunumundaki görsel dahi buna göre belirleniyormuş. Netflix’in elindeki data incelendiğinde belli grupların belli tip görsellerle tanıtılan dizilere daha fazla ilgi gösterdiğini ortaya koymuş. Bazen görselsiz, sadece logolu tanıtım işe yarıyormuş. Yani yerel içeriğini onu tanımayanların beğenisine bu şekilde sunuyor ve bu içeriklerin izlenmesini sağlıyor Netflix. Coğrafi sınırların ortadan kalkması, aynı kafadaki ve zevkteki insanların ortak içeriklere kavuşması bana bunlar eğlence dünyasının şeklini hayli değiştirecek gibi geliyor. Müzikte bu değişimler çok önceden gerçekleşti. Dijital devrim, stream ve dijital içeriğin dağıtılması alanındaki yenilikler seyirciyi de çok değiştirdi. Yepyeni janrlar ortaya çıkardı. Bağımsız müzik hareketlerinin yükselmesini ve daha fazla üretim yapmasını mümkün kıldı. Sanırım eğlence dünyasında ve televizyonculukta da Netflix benzeri platformlar bu tip bir değişimi gerçekleştirmeye başladı. Prime time hegemonyasının sonu geldi. Netflix’in işleyişine yakından bakmak bana bunları düşündürdü.
Bir dizi: “The EnglIsh Game”: Netflix’in bu yapım aşamasındaki dizisi futbolun icadı ve mucitlerinin sınıf ayrımını alt ederek futbolu nasıl dünyanın en popüler sporu haline getirdiklerini anlatacak. Altı bölümlük bu drama futbol meraklılarını yakından ilgilendirir. Yapımcısı “Downton Abbey”nin de yaratıcısı Julian Fellowes üstelik.