Çocuğunuzla müzeye gittiniz mi hiç? Enteresan (!) bir deneyim. Bazen aksiyon, bazen macera filmi tadında. Çoğu zaman da korku. İnsan iki buçuk yaşındaki çocuğuyla müzeye değil oyun parkına gitmeli aslında. Ne siz gezip gördüklerinizden bir şey anlıyorsunuz, ne çocuğunuz. Devamlı bir mücadele hali. Şimdi acıktı, nerde yiyeceğiz? Çişi geldi, tuvalet nerede? (Hep alt katta ya da üst kattadır). Esiyor, şapkasını çıkar çantadan. Sen koydun mu? -Yo, sen koydun
sandım ben.
Leyla yerleri elleme, pis. Leyla kordonun diğer tarafına geçmesen keşke.
Leyla koşma, düşecee...
(düştü). Leyla bağırma, bak burada bağırmıyoruz (o sırada bütün diğer çocuklar bağırmakta). Leyla’cım arabada otururken ayaklarını tekerleklerin üzerine koyarsan araba ilerlemiyor. Leyla’cım kalabalık yerlerde başkalarının bacaklarını tekmelemek de nereden çıktı?
Bu kadar da değil. Su içerken üzerine döktü, yedek tişört almış mıydık? Ağlamaya başladı, galiba aç. Hayır, hayır, uykusu geldi (c- her ikisi yani kusursuz fırtına).
Derken Leyla uyudu. Üzerine bir şeyler örttük. O uyurken biz de nerede olduğumuzu fark ettik. Londra’nın göbeğinde Trafalgar Meydanı’na bakan büyük bina National Gallery. Burada 15. yüzyıldan itibaren resim sanatının en güzel örneklerini bulabiliyorsunuz. Giriş ücretsiz. Sadece bazı güncel sergilerden ücret alınıyor. Galeriler arasında kaybolmak o kadar zevkli ki. Sessizce (ve uyanacak diye tedirgince) dolaşıyoruz. - Bak Ingres de varmış. Evet, evet, şu tarafta Caravaggio’lar var. - Tamam yavaş konuş. Bak,
Van Gogh...
Galerinin alt katında şu anda Sorolla sergisi var. Büyüleyici. Özellikle çocuğunuz uyurken. Joaquin Sorolla y Bastida’ya ışığın efendisi demişler. O kadar haklı bir tanım ki. Balıkçıların eski bir yelkeni onardığı resmin (“Cosiendo La Vela”, 1896) karşısında kendimden geçtim. Valencia güneşinin (Sorolla’nın memleketi) yelkenle buluştuğunda oluşturduğu kıvrımları öyle bir resmetmiş ki sanki yelken değil ışık şelalesi üzerinize doğru akmakta. Aynı ışık şelalesini 1902 tarihli Female Nude adlı resminde de görebilirsiniz. Balıkçıların kumsala yanaşan tekneyi ineklerle çekerek sahile aldığı “Return from Fishing” serisindeki yelken detayları, sulardaki ışık. Sahilde koşan ve denize giren çocukların ıslak vücudundaki ışık detayları müthiş. Sadece bir fırça ustası değil Sorolla. Aynı zamanda gözlemci. Sahilde elindeki sepette sabah tutulmuş balıklarla dolaşan aynı yaştaki balıkçı çocuğun denize giren yaşıtlarına bakışını da kaçırmıyor.
Işık, deniz, kumsal, balıkçılar ve Valencia’nın renkleri arasında kaybolduk.
National Gallery çocuk dostu bir yer. Her yerde bebek arabaları (ve engelliler için) asansörler, özel giriş kapıları var. İkinci katta İngiliz ressamlarının bulunduğu büyük salonun tam ortasına sadece çocuklara ayrılmış kocaman bir alan var. Burada kâğıt ve kalemlerle etraflarında gördüklerini resmetmeye çalışıyor çocuklar.
Leyla uyandı. Bir iki tane de olsa güzel resim, figür, renk görüp, güzel ve anlamlı bir sanat eserini hafızasına atabildi mi? Belki. Belki de sıkıldı. Kafam bu konuda hayli karışık. Bir sürü insanın hayatını karatmış da olabiliriz o gün çocuklular olarak.
Acaba insanlığa verdiğimiz bu rahatsızlığa değdi mi?
Asla tam olarak yanıtlanamayacak sorular.
Bu arada ilk paragraftaki görüşümü güncelliyorum. Çocuklarla parka gitmek iyi güzel ama müzeye gitmek de güzel. Özellikle çocuk dostu müzelere. Onurlu (!) mücadeleye devam.