Line adında bir uygulama duydunuz mu? Ben de duymadım. Asya’da çok kullanılan bir mesajlaşma uygulaması. Japonya çıkışlı bu şirketin sahibi Güney Koreli internet devi Naver. 2011’de lansmanı yapılmış.
Line’ın Japonya’da 70, Asya bölgesinde 130 milyon insan tarafından tercih edilmesinin temel nedeni sticker’larmış. Çıkartma yani. Dijital çıkartmalar.
Bir tanesi ifadesiz ayı. Yüzünde ifade yok, onun hareketlerinden ne yaptığını anlıyorsunuz. Bir diğeri panda. Cony adında bir dişi tavşan var. Bir tanesi Moon, bu cinsiyetsiz bir karakter ve ilk çıkartma. Yani ay. Sally bir civciv. Leonard yağmurda şarkı söyleyen bir kurbağa.
İnsanlar bu dijital çıkartmaları birbirine yolluyormuş. Buna bayılıyorlarmış. Bu yüzden Line’ı tercih ediyorlarmış.
“Ne çıkartması, ne ayısı, bebek miyiz biz” diyor musunuz şu anda? Ben dedim kendi kendime. Ama internetin geleceği ve “medya” dediğimiz şey böyle yerlere doğru gidiyor hafiften. Ara yüz anlamında tabii ki. Elbette altyapıda 360 derece hizmet verecek karmaşık bir teknoloji gelişiyor. Line şöyle bir uygulama, onu açıyorsunuz, mail’lerinizden online alışverişe kadar, haberlerden vergi ödemeye kadar her şeyi onun altında yapabiliyorsunuz. Line tipi uygulamalar bu tip bir gelecek hazırlıyor. Daha doğrusu, bu tip bir geleceğe hazırlanıyorlar.
Şimdi ağırlık akıllı telefonlarda. Telefonlardan bir adım sonrası da yapay zekâ. Yani bir maskot ya da sevimli bir tip görünümünde, her şeyi bilen, ajandanızı ve hayatınızı yöneten bir asistan. Bir sevimli hoparlör. Line CEO’su böyle diyor, ben değil. Çok değil 10 yıl sonrasını konuşuyoruz.
“Gelecekte herkes sadece Google, Microsoft, Amazon, Facebook var olacak sanıyor ama yanılıyorlar” diyor CEO Takeshi Idezawa. “Gelecekte yapay zekâ önemli olacak, bir de yerellik önem taşıyacak. Yerelden çıkan sistemler şirketler global devlerle işbirliği yapacak. Yerellik mi?
Ben bunları okurken uçak tekerleklerini yere koydu. Cennet vatana indim, havaalanından çıkar çıkmaz yüzüme çarpan nikotin dumanıyla kendime geldim. Leş gibi sigara ve ter kokan takside bangır bangır haber dinliyoruz. Ani debriyaj hareketleriyle öne arkaya sarsıla sarsıla trafikte ilerlemeye çalışıyoruz. Bir yandan elimdeki telefondan sosyal medyaya bakıyorum. Kafamı kaldırdığımda dört bir yandaki billboard’ları okuyorum.
Elimde tuttuğum Monocle dergisi anlamsızlaştı. Daha Bulgaristan semalarında alçalırken fena halde ilgimi çeken şu bahsettiğim makale, yani dünyanın gittiği yeri anlatan bu yazı, pısss diye söndü gitti. Kelimeler, grafikler silikleşti. Önemsizleşti.
Bizim geleceğimizle bu geleceğin ne alakası var diye sordum kendime. Bizim kendi geleceğimiz var, dünyanın başka bir geleceği.
Son 15 dakikadır Kanal İstanbul’u öven taksiciye (Küçükçekmece’deki evinin önünden geçiyormuş kanal), “Kanka iki dakka yavaşlasana” dedim. Camı açıp, Monocle’u otoban kenarına salladım.
Birer sigara yaktık. Biraz Aykut Kocaman’ı eleştirdik. Rahatladım. Kendime geldim.