Mavi pamuklu kumaştan yapılan, boru kesimli Levi’s 501, gençlerin giyim kuşamındaki “kutsal kâse”ydi. Batı tipi jean pantolonlar giymek başkaldırı sayılıyordu. Çoğu insan içinse bu sadece stil sahibi ve havalı olmanın bir yoluydu. Levi’s 501 ülkede sadece lüks mağazalarda bulunuyordu ve fiyatı çok yüksekti. Genellikle kaçak olarak getiriliyor ve el altından pazarlanıyordu.
Bunları Berlin’deki DDR (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) müzesinde, o dönemin havasını bire bir yansıtan tipik bir Doğu Alman genç odasının duvarında asılı 501’in arka cebindeki etikete yazmışlar. Sanki Doğu Bloku değil, sanki Doğu Almanya değil 70’lerin, 80’lerin Türkiye’sinden bahsediyorlar.
Levi’s 501’in bir dönem Türkiye’deki anlamını anlatmaya kalksam ben de aynı cümlelerle anlatırdım. Tam bir statü nesnesiydi. 501’i olanlar ve olmayanlar. Bir dönem Wrangler marka jean’ler de modaydı ama 501 gibi sükse yapmadı hiçbir marka. Her yerde bulunmayan, el altından satılan bir şeydi. Bunlardan bir tane bulan bayram ederdi. Kapalıçarşı’da bazı dükkânlarda olurdu ve elbette kaçak getirilirdi. Tıpkı o dönemin efsane spor ayakkabıları Nike Legend, Nike Air, Adidas Top Ten, muhtelif beyaz Reebok’lar, Amarican Eagle’lar gibi. Bir de Amerikan Pazarı denen yerler vardı. Buralarda da Amerikan giyim kuşam malları bulunurdu.
DDR müzesinde beni şaşırtan bir diğer şey, o dönem sıradan bir ailenin evinin canlandırıldığı bölümdü. Genç odasında çalışma masasının karşısında Bravo dergisi logolu Modern Talking posteri ve ahşap kaplama ranzaya yapıştırılmış 1982 Avrupa Futbol Şampiyonası oyuncularının çıkartmaları. Briegel, Schumacher, Breitner. Hepsi bizde de vardı. Hepsini biz de biriktiriyorduk. Sanki kendi odamdaydım DDR müzesinde.
Mutfak deseniz, buzdolabı, fırınıyla, fayanslarıyla çocukluğumdaki evimizin mutfağının aynısıydı. Salona geçince duvar kâğıtları, koltuklar, televizyonun da içinde bulunduğu kütüphane, kanepe, abajur. Zamanda yolculuğa çıktım sanki.
O dönemin yokluk şartlarında üretilmiş Trabant marka arabanın olduğu bölüm ayrı bir hikâye. Bunun yerine kafamda hemen Anadol’u koydum. Her çukura girişte kapısı tak diye açılan turuncu Anadol’umuz aklıma geldi.
Doğu Almanya gibi bir yermişiz biz 70’lerde ve 80’lerin bir bölümünde. O kadar kapalı, o kadar kendi halinde. Ve küreselliğin hüküm sürdüğü günümüze kıyasla bir o kadar orijinal. Türkiye’nin bu dönemdeki günlük yaşantısını yansıtan bir müze bence Taksim’e yeni opera binası kadar gerekli.
DDR artık var olmayan Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni hatırlatıyor. Bizim de artık var olmayan bir dönemi hatırlatmamız belki bugünü anlamak ve geleceği düşünmek için önemli. Ya da sadece eğlenceli ki bu da yeterli bir neden bence.
İnsanlar iyisiyle kötüsüyle, eksiğiyle fazlasıyla bir dönem bu ülkede nasıl yaşanıyordu bilmek öğrenmek istiyor. Merak ediyor.