2019’un özetini yazsam mı diye düşündüm. Ne de olsa yılın son yazısı falan. İnsan böyle bir hallere giriyor. Eskiden geçen yılın yaşlı bir dede, yeni yılın da bir bebek olarak görüldüğü karikatürler yapılırdı. Dede gidici, bebek de yeni doğmuş. Aman ne analoji... Daha büyük bir yılbaşı neşesavarı düşünemiyorum. (‘New Year’s Eve turn off’un Türkçesini bulmaya çalıştım sadece.)
Yeni yıl mı, eski yıl mı diye düşünmeye o zaman başlamıştım. Biz neyi kutluyoruz?
Çok sonraları yılbaşı (ya da yıl sonu) yaklaşırken “bu yıl da bir bitemedi”ler gelmeye başladı. Sosyal medya bunlarla doluyordu. Varsa yoksa bu yıl bir bitse de kurtulsak. Yıl bitince neden nasıl kurtulacağız orasını bilmiyoruz. İnsanların hep kötü şeyleri ya da hep iyi şeyleri hatırlaması tercih midir yoksa genetik mirasımızın bir parçası mı?
Kişisel mutluluklar, kamusal kötülüklere
kurban mı ediliyor? Herkes kişisel mutluluğunu gizleyip ha bire söyleniyor mu? Gizlice mutlu olunan, uluorta üzülünen bir ülke mi olduk? Yoksa hep böyle miydik? İşte bunu anlamak için okuyorum bu ara.
Artık yurt dışında yaşayan biri olarak İstanbul’da olmaktan eskisine göre daha farklı bir keyif alıyorum. Turist gözüyle görebiliyorum İstanbul’u. Emin olun, turistlerin nelere vurulduğunu daha iyi anlıyorum. Turist gibi gezdiğinizde dünyanın en heyecanlı şehri İstanbul. Ne betonlaşma, ne kalabalık, ne trafik ne çarpık kentleşme neşenizi kaçırıyor.
Hakkında hep bitti, tükendi yazdığım, içinde büyüyüp olgunlaştığım kültürün en önemli merkezi olmuş Beyoğlu’nu şöyle bir gezdim mesela geçen hafta. “Hiç de bitmemiş” dedim. Eskinin hayaletleri her tarafta, ama bitmemiş. Bitmiş denemez, değişmiş, yıpranmış ama yenilenmiş de. Kim bilir kaçıncı yeniden yükselişi, kim bilir kaçıncı kültür hamlesi için hazır. Kim bilir kaçıncı kez yeni bir entelektüel kuşak yetiştirecek büyütecek, sonra o kuşaktan kazığı yiyecek ama cefakâr bir dadı gibi, kayıtsız karşılıksız sevmeye devam edecek, kendini toparlayacak ve yeni çocuklar yetiştirecek.
Tünel’den girdim, Galata’nın ara sokaklarında gezindikten sonra Denizler Kitabevi’ne baktım. Denizli öyküler, denizli maceralı tarih anlatıları falan derken toparladım bir şeyler. Bu kitabevine bayılırım ama çeşit azalmış. Eskiden şuraya gider, blues dinlerdik, şurada dans ederdik, bu sokakta şarap içer, sonra Kemancı’ya dalardık falan diye geze geze bir ucundan girip diğer ucundan çıktık. Yapı Kredi Yayınları’ndan Pandora’ya, bulduğumuz her kitapçıya dalıp torbaları doldurduk. Bizden önce yaşamış ve yolu buralardan bu şehirden geçmiş atalarımızın yazıp çizdiklerini biraz daha toparlamaya çalıştık. Bu yeni yılda daha çok Cumhuriyet dönemi edebiyatı ve yazını okumaya karar verdik. Şiirde her zaman zayıf kaldığımızdan bu tarafımızı biraz güçlendirelim dedik. Yeni nesil yazarların yeni nesil kitaplarını kurcaladık. Yeni kafelere ve kahvelere şans verdik. Bir günlük Beyoğlu turizmi, yeni yıl, eski yıl hesapları derken, romantik romantik, yağmurda ellerimizde torbalarla yürürken bulduk kendimizi.
Atlatılan bütün badirelerle, bütün sıkıntılarla evde ve sokakta yaşanan türlü mücadeleyle daha güçlü, daha mutlu olduğumuzu, hislerimizde yalnız olmadığımızı hissettik bir şekilde. Yeni yıl için dilekler tutmaya, gerçekleşse de gerçekleşmese de mucizeler için çalışmaya ve hayal etmeye devam.