Emek Sineması yıkılırken alkışladınız mı? Zaten eskiydi, fareler vardı,
küf kokuyordu diye dalganızı geçtiniz mi? Emek’i kurtarmaya çalışanlara, protesto edenlere eziyeti destekleyip “İyi oldu” dediniz mi? Bunlar hiçbir
şeyi beğenmez, hepsi komünist, sosyalist, geri kafalı dediniz mi?
Hepsini yaptınız. O yüzden şimdi hiç ağlayıp sızlanmayın kardeşim Beyoğlu da Beyoğlu diye. Bunu siz yaptınız. Siz istediniz. Bir kere olsun sorumluluk alın. Yanlış yaptık deyin ve hatada ısrar etmeyin.
Satırla kovaladınız
Biz Emek konusunda yazıp çizerken “Emek sadece Emek değildir” derken bunları kastettik. Dinletemedik.
Asmalımescit’te masaları kaldırmayın, dünyanın her medeni yerinde olduğu gibi bir düzenleme getirin dedik, dinlemediniz. Beyoğlu’nun sakinlerinden, esnafından görüş almadınız. Beyoğlu’nu, Asmalımescit’i alternatif kültürün merkezi yapan insanların, kültür sanat alanındaki kanaat önderlerinin, mimarların, akademisyenlerin, mahallelinin fikirlerine değer vermediniz. Burnunuzun dikine gittiniz. Buyrun. Elinizde artık boş sokaklar, para etmeyen dükkanlar kaldı.
Gezi zamanında sizin en has müşteriniz, müdaviminiz olan, Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan gerçek insanları, Taksim’i korumak isteyenleri satırla kovaladınız.
Hah, şimdi gidin dönercilerde, baklava börekçilerde orta direk Arap turistinizi ağırlayın. Şekerci, gümüşçü, takıcılara destek verin çünkü onlardan başka kimse kalmadı Beyoğlu’nda. Doya doya kaldırımları betonlayın, taşları söküp söküp tekrar döşeyin, her ay belediye festivali düzenleyin, bedavaya halk konseri verin.
Nitelikli, eğitimli insan düşmanlığı, eş dost kayırma, kültür sanata alerji, farklı olana nefret ve düşmanlık, emlak spekülasyonu, çarpık yapılaşma, halkçılık adı altında avamın, basitliğin, cahilliğin yüceltilmesi, ekonomi adı altında dağı taşı satışa çıkarma, modernlik adı altında beton sevgisi ve tarihi eser düşmanlığı Türkiye’nin temel sorunları zaten. Beyoğlu’nu insansız, kültürsüz, renksiz, ölü bir yer haline getiren de aynı nedenlerdir.
O yüzden hep söylüyoruz; Taksim’de, Beyoğlu’nda ne oluyorsa Türkiye’de de aynısı olur. Taksim ve Beyoğlu Türkiye’nin nabzıdır. Türkiye’nin sağlık durumu oradan ölçülür. Bu hep böyle olmuştur. Beyoğlu coşarsa ülke de coşar. Dibe vurursa ülke de dibe vurmuş demektir.
Dayatmadan vazgeçin
5 Haziran’da yine bu köşede “Beyoğlu nasıl kurtulur?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Oradaki şu paragrafı hatırlatarak bitireyim.
“Beyoğlu her rengi ve sesi temsil eden çeşit çeşit insanıyla değerli ve cazip. Beyoğlu’nu ‘adam etmenin’ sonu her zaman başarısız olmaktır. Ve Beyoğlu’na hayat vermenin yolu da bellidir. İnsana izin vermek. İnsana huzur vermek, elleşmemek. Elinizi çekin, Beyoğlu kendini yeniden yaratır.”
Bugün aynısını Türkiye için yazıyorum. “Dizayn”dan, dayatmadan vazgeçtiğimiz gün, Beyoğlu da Türkiye de kendi yolunu bulur, cennet olur.
Rio 2016’da kulağıma çalınanlar
Pazar albümü
“Boy King” - Wild Beasts
WIld Beasts’in beş albümlük geçmişi akılda kalan melodiler, karanlık şiirsel şarkılar, indie rock gitarları ve melankolik baladlar barındırıyor. Ancak hiç funk ritimleri üzerine kurulu rock şarkıları (“Big Cat”, “Tough Guy”) ve neredeyse her şarkıda güçlü riff’ler (“He The Colossus”) görmemiştik. “Boy King”de bunlardan fazlasıyla var. “2BU” gibi bu standartlara uymayan şarkıları istisna kabul edelim. “Dreamliner” gibi duygusallıkları eski alışkanlıklara verelim. Wild Beasts müziğini evrimleştirmeyi başaran gruplardan. Bu bir rock/funk/dans albümü ve daha yetişkin bir kitleye hitap ediyor. Bir yandan yaşını hafiften alan kendi dinleyicisine hitap ederken yeni kitlelere de açılabilecek mi göreceğiz.