Yedi adet harpsikord. Üç keman. Üç viola. İki çello. Bir viola da gamba. Bir lut. Bir çembalo. 52 kitap. Tüm zamanların en büyük bestecilerinden Bach’ın 65 yıllık yaşamından geriye kalan bütün mirası buydu. Enstrümanlar ve kitaplar.
1685’te doğan, 1750’de hayata veda eden Johann Sebastian Bach’ın hayatı bir-iki istisna dışında doğduğu kasaba olan Eisenach ile yakınlardaki yarım düzine kadar şehirde geçti. Doğup büyüdüğü, bugün modern Almanya’daki 16 eyaletten biri olan, Türingiya (Thüringen) eyaleti sınırlarından pek uzaklaşmadan mütevazı bir hayat yaşadı. Geriye kalanlar işte bunlar.
Elbette paha biçilemeyecek eserler bıraktı geriye ve asıl mirası müziktir ama Bach, döneminde dünyaca üne kavuşmuş, eserleri dört bir yandaki orkestralar ve müzisyenlerce icra edilen bir besteci değildi. Hayatında ilk kez bir gazetenin ön sayfasına 1747’de, ölümünden üç yıl önce Berlin’e II. Frederick’i ziyarete gittiğinde çıktı.
Kilisede memur
Hiçbir zaman varlıklı biri olmadı, girişimci olmadı, para pul peşinde koşmadı, ünlü olmadı. Mirasından da anlaşılıyor. Çello süitlerini yazarken bir yandan da “Yeni köprüye yakın arazi kapatalım ileride değerlenir” diye düşünmemiş belli ki. Ya da II. Frederick’e, “Bizim bir imar işi vardı prensim, bir ulak yollasanız” diye yanaşmamış.
Bach bir rock star ya da megastar değildi. Olsa olsa “local hero”ydu. Aslına bakarsanız sessiz sakin bir memurdu. Baba mesleği olan kilise müzisyenliği mesleğini devam ettirdi. Heyecanını, coşkusunu müzikte yaşadı.
1600’lerin sonuna doğru Almanya bağımsız şehirlerden oluşuyordu. Kanlı 30 Yıl Savaşları sona erdikten sonra da veba geldi. O kadar çok ceset vardı ki ortalıkta, hastalık kaçınılmazdı. Tarihi belgelere göre o dönem Türingiya ve çevresinde yaşayan her iki kişiden biri ya savaşta katledildi ya da vebadan öldü.
Bach işte böyle bir dönemin ardından dünyaya geldi. Bir kalkınma, yaraları sarma dönemiydi. Yaşadığı süre boyunca şehir meclislerine bağlı kiliselerde müzik direktörlüğü yaptı. Protestanlığın doğduğu bu topraklarda üstat bestecilerden biri sayılıyordu ama bugünkü ününe kavuşacağını hayal bile edemezdi.
Aynı topraklarda doğan çağdaşı Handel gibi opera yazmamıştır hiç. Çünkü kilisede memuriyet yapmıştır. Kimi zaman haftada bir kantat yazması gerekmiş, çoğu eserini bu şartlarda çıkarmıştır. Handel, Venedik’te Floransa’da tanınmış bir besteciyken, Bach mütevazı bir kasaba müzisyeniydi.
Dolayısıyla evinde aylarca ilham bekleyen biri olmadı hiç. Yaşamak için çalışmak zorundaydı. Müzikten hayatını kazanmak Bach ailesi için bir gelenekti ve o da babasının yaptığı işi yapmıştır.
Bach’ın müziği, Mozart ve Beethoven tarafından araştırılmasa, 1800’lerin başındaki barok revival olmasa, belki bugün bilinmeyecekti. Bach sadece meraklısının tanıdığı bir besteci olarak kalacaktı.
Müziğe getirdiği yenilik, solo enstrümanlar için müzik yazması ve çok sesliliğe katkıda bulunmasıdır. Bugün popüler müziklerde de kullanılan pek çok armonik yapıyı müziğe katan kişidir.
Bir okuma önerisi
Ölümünün ardından oğlu ve öğrencisi tarafından kaleme alınan nekrolojisi halen onun hakkındaki en önemli bilgi kaynağı. 1750 ile 1753 yılları arasında yayımlandığı bilinen bu beş ciltlik eserde yer alıyor mirası Bach’ın.
2013 yılında yayımlanan John Eliot Gardiner’ın “Bach: Music In The Castle of Heaven” adlı eseri en güncel biyografik kitap. Dönemin Almanya’sının siyasi durumuna dair de önemli bilgiler veriyor.
Bach’ın sadece besteci olarak değil bir insan olarak da portresini çıkarmaya girişiyor. Özel hayatında eşlerinden, çocuklarından, dindar bir protestan olarak kişliğinden ve otoriteyle olan sorunlarından bahsediyor. Seküler eserlerinin analizine girişiyor.
Ben geçenlerde bu kitabı başucuma koydum, her gün bir bölümüne dalıp Bach’ın hayatında bir zaman makinesiyle ışınlanmış gibi geziyorum.
En çok maneviyat diyenin en fazla daireye sahip olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Gerçekten maneviyat ve tevazu sularında yüzmüş Bach gibi insanların hayatını okumaya, en az eserlerini dinlemeye olduğu kadar ihtiyacımız var. n