Ben çocukken bilgisayar yoktu. Üniversitedeydim eve masaüstü PC girdiğinde. Cep telefonu yoktu. 20’lerin sonunda geldi. İnternet de o arada bir yerlerde hayatmıza girdi. Gazetede (o zaman Sabah’taydım) Ahmet Bey’in (Örs) bilgisayarından tam hatırlayamıyorum ama herhalde Boğaziçi ya da ODTÜ üzerinden giriliyordu. Editörler araştırmak için konu verdiğinde, arşive inersin, kütüphaneye gidersin, bir bilene sorarsın, uzmanları telefonla ararsın. Sonra Ahmet Bey’in masasının önünde kuyruğa girersin. Bir de internete soralım. Netscape’in logosundaki daire dönmeye başlar. Bekle Allah bekle. Bir sayfa açılacak da arama yapılacak da… O malum modem sesini hatırlayan hatırlar.
2001’de iPod geldi. Akıllı telefonlar çıktığında 30’larımdaydım. Sonrasını biliyorsunuz. Sosyal medya, müziğin djitalleşmesi, stream platformları. Bankacılık sisteminden otomotive, halı süpüren robotlara, dronlardan sosyal medyaya, görüntülü görüşmelerden (Türk medyasında ‘telefonla görüntülü
Geçen kasımda Johnny Marr’ın “Spirit Power: Best of Johnny Marr” adlı yeni best of albümünün lansmanı için Rough Trade’e gitmiştim. Johnny Marr’ın albümünü, CD ya da plak formatında online satın alıyorsunuz. Bu, bir bilet kabul ediliyor. Size gönderilen barkod’u göstererek albümünüzü teslim alıyor ve imza sırasına giriyorsunuz. Kuyruk neredeyse 100 metre uzunluktaydı. Biz en sonundaydık. Kuyrukta bekledikten sonra hayretle gördüm ki, Johnny Marr da içeride üç, belki dört saattir ayakta. Üstelik onun işi daha zor. İnsanları tek tek karşılıyor, ellerini sıkıyor, hâl hatır soruyor, ayaküstü sohbet ediyor ve ardından albümünü imzalayıp resim çektiriyor. Sıra bize geldiğinde Marr çok kibar bir şekilde enerjisinden bir gram kaybetmemiş olarak elimizi sıktı, sohbet etti imza attı ve fotoğraf çektirdi. İnanın o gün imza gününe gelen yaklaşık 500 kişinin tamamına aynı muameleyi yaptı.
Burada asıl konu elbette albüm satışı. Stream platformlarının karmaşık hak ediş ve
Londra’da seçim rüzgarları esmeye başladı. Bir bu eksikti dediğinizi duyar gibiyim. Zaten her gün bizim yerel seçimlerle yatıp kalkıyoruz, Britanya seçimleri eksikti…
Valla ne dersek diyelim, bu yıl bütün dünyada seçimler yılı. Daha çok seçim haberi duyacağız. Bizde yerel seçim var. Britanya’da genel ve yerel seçim. ABD’de başkanlık seçimi. Rusya’da başkanlık seçimi, Taiwan’dan (13 Ocak’ta yapıldı), Bangladeş’ten, Pakistan’a, Endonezya’ya, Hindistan’a seçim olmayan yer yok.
Bizim gibi seçimle yaşayan, devamlı seçim atmosferinde yönetilen bir ülke için normal işler ama tabii herkes için aynı değil durum. Bizde seçim vaatleri, seçim taktikleri, karşı tarafa doğru yerden vurmak için geliştirilen stratejiler, yöntemler, gizli anlaşmalar halk arasında bir uzmanlık alanı artık. Herkes, her sıradan vatandaş seçim uzmanı. Televizyonda konuşanlardan çok daha uzman milyonlarımız var.
İngilizler ise çok toy. Brexit’te bile, ki
Geçen gün az şarjla evden çıkmak zorunda kaldım. Metroya girdim, aşağıda şarjım bitti. Dışarı tabii ki çıkamadım çünkü turnikede ödeme yapamadım. Yani telefonumdaki Apple Pay üzerinden kredi kartımı turnikede okutamadım. (Londra’da mesela İstanbul Kart gibi kart alıp içine para yüklemek zorunda değilsiniz. Tarife neyse kredi kartıyla ödenebiliyor.) Nasılsa telefonum var diye kartımı cüzdanımı falan da almamıştım.
İki saat dil döktüm, şarj dilendim. Yanıma şarj kablosunu da almamışım işte aceleyle çıktığımdan. Sonunda buldum. Sıfırdan şarja takınca telefonun açılmasına kadar geçen süre insana kaç saat geliyor biliyor musunuz?
Telefonda yüzde birlik şarjla da olsa dışarı çıkmayı başardım. Ama bu defa da gideceğim yerde yeyip içtiğime nasıl para ödeyeceğim endişesi bütün benliğimi kapladı. Kendimi çıplak gibi hissettim. Anksiyete nöbeti dalga dalga geliyordu. Ya şarjım biterse...
Bilgisayarlılara iyi davranır gibi görünen bir kafeye girdim. Bilgisayarlılara iyi davranıyor olabilirlerdi ama şarjsızlara kimse
Jesus and Mary Chain’in yeni single’ı geçen hafta yayınlandı. İki şarkılık bu tadımlık “Chemical Animal” adını taşıyor. Aynı adlı şarkı grubun kendine has electrik gitar sound’uyla ürettiği bir shoegaze klasiği olmuş. İkinci şarkı ‘jamcod’ elektronik seslerin de desteklediği enerjik bir rock şarkısı. Uzun yıllardan sonra gruptan gelen ilk yeni müzik olarak dikkat çekiyor bu single. Jim ve William Reid Kardeşler’i kalabalıklar Sofia Coppola imzalı “Lost in Translation”da yer alan “Just Like Honey” ile tanımıştı. Bugün halen grubun en popüler şarkısı. Ben olsam bu fırsatı değerlendirip hem yeni single’ı dinlerim hem de eski şarkılara doğru şöyle bir yolculuk yaparım. Grubun yeni albümü 8 Mart’ta geliyor. Adı “Glasgow Eyes”.
■ “People Who Aren’t Here Anymore”, Amerikalı indie pop grubu Future Islands’ın yeni albümünün adı. Aşk, kaybedilenlere özlem, terk edilme, zorluklarla mücadele ederek ayakta kalma… Hayata dair dramatik temalarla dolu 12 şarkılık albüm Sam
“Tarih dinamiktir, her dönem yeniden yazılır” denir. İşte size bir örnek. Konu İngiliz kahvaltısı. İngilizlerin yemekle sınavı çok zorlu bir sınav olsa gerek. Çünkü İngilizliğiyle bilinen çok az şey var sofralarda. Saysan üçü geçmez (shortbread dahil, o da İskoç zaten). Bunların en bilineni İngiliz kahvaltısı. Domuz pastırması, sosis, yumurta (çırpılmış veya göz), mantar, domates, fasulye. Bunlar sabahları önüne konunca bir İngiliz hemen ketçap ister. Bu manzaranın üzerinde ketçabı gezdirir ve afiyetle kahvaltısını eder. Bu İngiliz kahvaltısı. Doğrusu bu kadar ağır şeyi sabahları yiyen biri bütün gün ne tür kabuslar görür bilemiyorum. Muhtemelen İngilizlerin ağır iş yaptığı 16 veya 17. yüzyıllardan kalma bir alışkanlık. Gerçi fakirin et alacak parası olmazdı. Onlar yulaf lapası yani “porridge” yerlerdi. Hemen parantez açayım. Bugün olsa olsa fakirler ve sağlığına dikkat etmeyenler İngiliz kahvaltısı eder, zenginler (granola ve bir sürü başka sağlıklı seçeneğin yanında)
Hani markete gidiyorsunuz, her zaman aldığınız peynir, bisküvi, yağ gözünüze küçülmüş görünüyor. Bildiniz mi o hissi? İşte onun bir adı var. Fiyatların artmasıyla paketlerin küçülmesine ve böylece etiket fiyatının artmamış gibi görünmesine “shrinkflation” deniyormuş ben de yeni öğrendim (bilimsel değil). “Şrinkflasyon” iki sözcüğün bir araya gelmesi “shrink”, küçülmek, çekmek demek. Enflasyon malum. İkisi birleşince şrinkflasyon oluyor.
İngiltere’de yeni yapılan araştırma gösteriyor ki ülkede paketler çekmiş. Her şey küçülmüş. Küçülmekle kalmamış, paketlerin içinde olması gereken gıdalar da havaya uçmuş. Çay paketlerinin içinde daha az çay var. Sosislerin içinde daha az et.
“Which?” adlı kuruluş süpermarketlerden mallar almış. BBC’de geniş bir haber yayınlandı. Tartmış, ölçmüş, biçmiş Which? Sonuçları geçen hafta açıkladılar. Diş macunu daha az.
Kargo şarkılarının yeniden yorumlandığı “Yarına Kalan Şarkılar” adlı albümün ilk bölümü cuma günü yayınlandı. “Tribute” albümler özellikle 2010 ve sonrasında sayıları artarak yayınlanmaya başlandı. Bu dönem popüler müziğin içine girdiği kriz, alternatif müziğin indie ve rap olarak iki koldan yükselişi, stream platformlarının etkisini göstermeye başlaması, popun pazarlandığı asıl mecra olan televizyondaki müzik kanallarının etkisinin azalması bu artışın nedenleriydi. Yeni ve çok popüler isimler çıkmakta zorlanınca firmalarda gözler eski popüler şarkılara döndü. Yani tabiri caizse bit pazarına nur yağdı. Bu dönem irili ufaklı her türde tribute furyası başladı. Alelacele yapılan kayıtlarla özensiz işler ortaya kondu. Eski ve bilinen şarkıların popülerliğine sırtını dayayan ve işini savsaklayan bu albümlerin başarısı müzikal açıdan tartışmalıdır ancak ticari olarak durumu kurtarmaya yardım ettiler.
Birçoğu aklımızda kalmayan, eski güçlü besteleri yeni nesillere