Glastonbury Festivali gelecek haziranda 50’nci yılını kutlayacak. Geçen pazar bu kutlamaların da hayaliyle tam 2.4 milyon müziksever bilgisayarlarının başına oturdu ve saat tam 09.00’daki online satışın başlamasını bekledi. Ekranlar ha bire refresh edilmek suretiyle “Bilet alımınız onaylanmıştır, tebrikler” yazısının çıkması beklendi. 135 bin biletin tükenmesi sadece 34 dakika sürmüş. Ama bu bir rekor değil. Daha önce 12 dakikada biten yıllar da var. Bir sonraki ara satış nisanda olacakmış. Şimdiden bilet satın alma yarışına katılmak için kaydolmak gerekiyor. Artık kısmetse bu kadar çabaya bir bilet alıyorsunuz.
Glastonbury İngiltere’deki en büyük müzik festivali. Ama mesele müzik değil. Bu, özgürlük fikri çevresinde gelişen bir kültürel fenomen. Benim ilgimi çeken bunlar değil ama. Biletlerin anında bitmesi. Bir yıl sonraki bir festivale bilet almaya çalışan 2.4 milyon insanın kafasının bizimkinden ne kadar farklı çaıştığını düşünüyorum. Biz böyle bir şeyi asla yapmayız.
Son dakikacılık bizim ruhunuzda var. Adeta kimliğimiz, kolektif belleğimizin bir parçası. Son ana kadar karar verememek. “Bakarız”cılık.
“- Baba şeye şey geliyormuş biz de gidelim mi? -Bakarız.”
Bizim hayatımızın özeti işte budur.
“Dereyi görmeden paçayı sıvama” derler. Güzel laftır ama aslında bunun da arkasında dur, acele etme, ağır ol, ne gerek var hocam az bekle bakalım denmek isteniyor. Bir “bastırma” söz konusu. El âlem bir yıl sonra yapılacak ve henüz tek sanatçı açıklamamış festivalin tanesi 265 pound’luk (yaklaşık 2000 TL) biletlerini 34 dakikada satın aldı bitirdi. 2.4 milyon insan bu biletlerden satın almak için yarıştı. Bizde cuma günü sor akşam n’apıyosun diye, kimse bilmez. “Bilmem, akşama duruma göre bakarız.” Neye bakıyorsun, hangi duruma?
“Duruma göre” ne demek biri bana açıklayabilir mi? Londra’da bir ya da iki ay önceden rezervasyon yapmadan gidilen restoran bile yok. Yani o cuma ne yapacağını sıradan bir İngiliz en az bir ay öncesinden bilirken, sıradan bir Türk o gün dahi bilmiyor.
Whatsapp grupları bilgisizlikten ve kararsızlıktan adeta patlayacak. “Abi nereye akıyoruz?” “Abi belli değil bakıcaz.” Saat akşam yedi olmuş daha neye bakıcan?
Bir arkadaşım var, sizden iyi olmasın, bu belirsizlik durumunu bir tür belirlilik haline dönüştürebilmek gayretiyle yüzdeyle konuşmaya başladı. Ama işi daha da karmaşık hale getirdi. Belirsizlik adeta belirgin bir şekilde kurumsallaşmış oldu.
“- Pazar kahvaltıya geliyo musun? - Yüzde 65 gelirim.” Adamı yok sayıp yer ayırmıyoruz bu sefer gelince bozuluyor. Yer ayırıyoruz bu sefer masa boş kalıyor. Çıldırıcaz. Çünkü son dakikada öğreniyoruz her şeyi. Kapıdan girdiği anda artık biliyoruz. Daha önce değil.
Bizde festival konser zor iş. Bu işin içindeki tanıdıklardan, dostlarımdan biliyorum. Mesela ben Seinfeld’e neredeyse bir yıl önceden bilet almıştım. Daha o zaman Londra’ya gelmemiştim bile. Ama Seinfeld İstanbul’a gelse, biletler gene satar ama son dakikaya kadar bekler herkes. “- Seinfeld var akşam, gidiyo musun? - Abi daha belli değil, bakıcam duruma...” Bu cümle bence sadece Türkiye’de mümkün olabilir. Çünkü herkes bilet almak için son dakikaya kadar bekler.
Tamam, son dakikacıyız da haksız mıyız? Bence haklı olduğumuz yönler var. Son dakikacılık, bakarızcılık bunların hepsi birer hayatta kalma tecrübesi. Bir yıl sonra, bırakın bir hafta sonra ne olacağı belli olmayan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Kriz mi olur, Allah korusun deprem mi olur, yoksa sel mi basar, bir yerlerde savaş mı çıkar? “Ohooo kim öle kim kala” denir. Evet, doğru. Kim öle kim kala...
“Haftaya bakarız, şu ay geçsin de bakarız, bayramdan sonra bakarız. Pazartesi olsun bakarız. Sabah olsun bakarız.” Plan yapmayan bir ülkeyiz biz. Hayatta kalmak için hep günlük yaşamak zorundayız. Her gün her şey sıfırdan başlıyor. Dünya her gün yeniden kuruluyor. Her sabah kalktığımızda sil baştan yeniden inşa etmemiz lazım her şeyi. Biz böyleyiz. Ona da şükür.