2020’ler neler getirecek başlığını görünce derhal okumaya başladım. 2030’a gelindiğinde dünya nasıl bir yer olacak? Hayatımız nasıl değişecek? Gelecek dedin mi hep uçan arabalar, robotlar falan hayal eden basit insanlarız biz, bu okuduklarımsa bayağı heyecanlı.
Mesela yapay zekâ artık iyice hayatımıza girecek. 2020’ler yapay zekânın on yılı olacak. Yapay zekâ iyi ya da kötü yönde hepimizin hayatını değiştirecek. “Deep Learning” denen derin öğrenme durumları giderek “derinleşecek”. Bilgisayarların bizim haliyle anlamlandıramadığımız tonlarca kaba bilgi ve veriyi derin derin tarayıp çözerek bütün bu olan bitenden bir anlam çıkarmaya çalışma çabaları sonuç vermeye başlayacak.
Biz iyi tarafından bakalım, mesela 2020’lerde artık kesin olarak dil sorunu ortadan kalkacak. Birbirinin dilini bilmeyenler -tarzanca ya da vücut dili gibi yolları da akıllarının bir ucunda tutarak- artık birbirleriyle yüzde yüz güvenilir anında çeviri uygulamalarıyla konuşabilecekler. Seyahat edecekler için eşlik robotları da bir diğer konuymuş. Yani yabancı bir ülkeye gittiğinizde cihazınızı veya uygulamanızı o ülkeye göre ayarlayıp akıcı bir şekilde konuşmaya başlayacaksınız. Yanınızda asistanınız da olabilir. Yüz tanıma sistemleri hayatımıza girecek. “Bu kim?” sorusunun yanıtını anında alacaksınız. Telefonu o kişiye tut, kim olduğunu öğren şeklinde bir durum. Elbette hiç hoş değil. Kayıp insanları, suçluları bulmaya yarayacak bu çok iyi ama baskıcı bir rejimde yaşıyorsanız mesela hayatınız kararabilir. Herhangi bir yerde bir video ya da fotoda veya güvenlik kamerasında görünmeniz yeterli. Her daim ensemizde bir göz olacak demektir bu.
İşin en acayip tarafı şu: İnsanlara yapmadıkları ve söylemedikleri şeyleri yaptırıp söyletmek artık süper inandırıcı bir şekilde mümkün olacak. İnternette karşınıza çıkacak videoların gerçek mi sahte mi olduklarını ayırt etmek imkânsızlaşacak. Bu şu anda zaten yapılıyor falan diye düşünüyorsunuz. 2030 itibarıyla gerçeği sahtesinden ayırmak imkânsızlaşacak. Ortadaki sahte haberleri ve dezenformasyonu hayal etmek dahi istemiyorum. Ne doğru ne yanlış asla bilemeyeceğiz. Bu durumda neye nasıl güveneceğiz cidden bilemiyorum. Belki yapay zekâ bu “zehri” ürettiği gibi “panzehir”i de üretir. Veya eksi usul yüz yüze iletişimin gücüne inanılır falan...
İnsanların ve kamuoyunun sahte haber ayıklama konusunda eğitilmesi gerekecek. Siyasetçiler, basın ve iş dünyası çok büyük sınavlar vermek zorunda kalacak. Zaten veriyorlar ve çakıyorlar. Bundan sonra işleri daha da zor. Bana kalırsa dünyada savaşlar artık bu eksende devam edecek. Kim hangi yalan bilgileri üretip nasıl kendi çıkarları için kullanacak ve bu işten kârlı çıkacaksa dünyaya da o hükmedecek.
İşin sağlık hizmetleri yanıysa bayağı moral yükseltici. Biyolojik sinir sistemi ve makinelerin entegre çalışacağı bir dünyaya ilk adımlar 2020’lerde atılacak. Nöroteknolojiler geliştikçe yeni nesil protez uzuv ve organlar hayatımıza girebilir. Ayrıca beyin ve makineler arasındaki entegrasyon sağlandığında neler olabileceğini varın siz hayal edin. Genetik bilimindeki gelişmeler başta kanser pek çok hastalığı tedavi edecekmiş. Çok uzun ve sağlıklı yaşamak mümkün olacak. Bunun topluma neler getireceğini tam olarak kestirmek mümkün değil.
Elbette enerji meselesi var. 2020’lerde küresel ısınmaya karşı mücadele, fosil yakıtlara alternatif enerjiler bulma çabası ön planda olacak. Hâlâ yaygın kullanılacak çevreci bir enerji pek yok. Var ama depolama sorunları var. Nükleer enerjinin riskleri belli. Bu konu tam olarak aydınlanmadıkça dünya daha çok karışacak belli ki.
Gazeteyi kapadım. Kahvemden son yudumu aldım ve barmenin “Film birinci salonda başlıyor” çağrısına kulak vererek kalabalığa katıldım. Burası eskiden kiliseymiş. Üç sinemasever burasını bağımsız bir sinema salonu ve kültür merkezi yapmayı aklına koymuş. 2013’te ne yapıp edip Kuzey Londra’nın entelektüel, mütevazı, tatlı insanlarını barındıran semti Crouch End’in göbeğinde ana caddedeki bu mekânı açmışlar. Arthouse Crouch End basit bir bar/kafesi ve iki salonuyla hem film hem tiyatro ve konserlere ev sahipliği yapıyor. Biraz film, biraz Brexit, biraz zincir sinemaların sinema sanatına yaptığı kötülükler konuşulduktan sonra işte “Little Women”a giriyoruz. Londra’nın bağımsız sinemalarını anlatmaya devam edeceğim ara ara. Gelecek bekleyebilir.