Yanı başımızda altı çizili öyle hayatlar var ki...
Çıngıraklı yılanlara rağmen aramızdan sessizce ayrılıp gidenler var.
Ve kendi karanlığına çekilenler...
Uçurumların kıyılarında dolaşan hayatların kucağına bırakılanların hikâyeleri yürek yakıyor.
Eskiden “Taşı toprağı altın” diyerek İstanbul ve büyük kentlere göç edip, kendilerine yeni bir yaşam defterini açanların sayısı her geçen yıl artış gösteriyordu.
Yeni hayata tutunmak isteyenlerin büyük çoğunluğu da başarıyordu.
Böyle sayısız başarı hikâyeleri de var, sayısını bilemeyeceğimiz kadar yeni hayata yenik düşenler de...
***
İstanbul’a gelen bir daha geri dönemiyordu.
Ve belki de aç susuz kalsa da dönmek istemiyordu.
Çünkü birçoğunun döneceği yerde kendilerini bekleyen hayat daha kötüydü.
“Doğduğu yeri değil, doyduğu yeri severmiş” sözünü doğrularcasına herkes kendince bir hayatı yaşamaya, ayakta kalmaya çalışıyordu.
***
Son raporlara göre öğreniyoruz ki:
- İstanbul’a gelenlerin sayısı azalıyormuş.
- Ve geçen yıl 60 bin kişi geri dönmüş ya da başka yerlere gitmiş.
***
Bu tablo düşündürücü.
Emekli olanlar şehirde böylesine ağır ve telaşlı bir hayat yaşamak istemiyor.
Üniversite öğrencileri de okul yıllarında şehrin keşmekeşine şahit olduğundan kaçıp gidiyor.
Ve bir telaş denizinin içinde boğularak yitip giden hayatların öyle hikâyeleri yazılıyor ki...
- Gören.
- Okuyan.
- Yazan yok...
İnsan insanın sadece kurdu değil, tilkisi, çakalı, yılanı ve akrebi olmuş.
***
Bugüne dek kaç kişi köprülerinden atlayıp da vakit gelmeden ömrünü akıp giden Boğaz’ın serin sularına bıraktı.
Balıklar dahi feryat ediyor sanki...
Artık herkes sokağına dahi tılsımlı gömlekle çıkıyor...