Dünya susar...
Ve insanları konuşur.
Kendisine itiraf etmekten dörtnala kaçtığı bir korkuya esir düşmemek uğruna...
Savaş kapılarda gün sayar.
Putin bir kez daha bağırıyor:
ABD’nin füze savunma anlaşmalarından çekilmesi küresel güvenliği istikrarsızlaştırmaya yönelik bir adımdır.
Ve başka bir tehlikenin yaklaşmakta olduğuna dair uyarıyor:
Uluslararası silah kontrol sisteminin çökmesi konusunda ciddi bir risk bulunuyor!
Duyan var mı acaba?
Bilmiyoruz.
İnsanlık gündelik yaşamını kurtarmanın keyfinde ya da telaşında...
***
Albert Camus diyor ya:
Bir varlığın masumiyeti, yaşadığı evrene mutlak uyumudur...
Uyumsuzluğun birinci nedeni insanın kendisidir...
Sınırsız var olma arzusu...
Ve ihtiyaç listesinin sınırsızlığı...
Bir kurdun masumiyet masalına ne kadar da benziyor.
Bu köreltici varoluş hırsı yeryüzünü yangın yerine çevirmiş.
Durulmuyor suyun öfkesi.
***
Uzaklara kaçmak üzereyken ve suçüstü akşamlarında.
Bir parkın yüzyıllık ağaçlarıyla hayatı yüzleşiyoruz.
Kulağımıza fısıldıyor sanki çok eskilerde yaşayıp giden bir adam...
Ve hiç tanımadığımız Juan Goytisolo:
İnsan ağaç değildir. Kökü olmaz, kalkar, yürür, gider!
***
Kuytu köşelerin belirsiz adreslerinde sadakatsizliklerin savaşlarına gebe kalan günümüz insanını ne kadar da güzel tarif ediyor.
Bir bedduadan saklanırcasına oturup düşündüğümüzde...
Karanlık derinliklerde sürgün günlerine yelken açan insanoğlu.
Günahlarına kelepçeleniyor duyarsızca...
İhanet en güzel bir kaçış yolu sayıldıkça.
Öyle olduğuna inanmış yaşayan insan...
Ölenler de pişmanlığını yaşıyor iki metrelik bir çukurda.
***
Ve sürekli değişim arayan dengesiz alışkanlıkların içindeyiz...
Ruhumuz zindanda idamı bekleyen bir mahkûmun sabırsızlığında...
Kararmış yüzümüze baktığımız sırlar duvardaki kırık aynalarda gizli...
Yitirilmiş bir silüetin yalnızlığında...
Silahsız, savaşsız ve ‘İnsan insana emanettir’ anlayışında yaşanılan bir dünyada güzel günlerin geleceğine, son bulacağına inanmaktayız hâlâ.
Bekliyoruz, ışıyan gecelerde...