Türkiye’de bazı şeyleri eleştirirken en çok kullandığımız klişeler herhalde: "Dünya’nın neresinde var bu" ya da "Avrupa’da bu işi böyle yapılmıyor" olmalı. Aslında toplumsal olarak zihin yapımızı da anlatır bu. Sürekli dünyanın tamamı saydığımız batıyı her konuda örnek alma güdümüzü. Hemen her alanda, her düzenlemeyi, toplumsal özelliklerimize uyup uymadığına bakmadan ya da bunun bizim bir zenginliğimizi zedelediğini önemsemeden Avrupa’dan indirmiyor muyuz ? Bu zihniyet, modern Türkiye’nin zihinsel üretimini en çok engelleyen cümlesini bayrak yapıyor: "Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok!"
Bu toprakların tartışmasız en büyük spor olayı da bu zihniyete kurbandır. Bu zihniyet (alfabetik sırayla) Fenerbahçe - Galatasaray derbisinin en önemli özelliğini yıktı. özellikle Galatasaray’ın başarılarıyla adını dünyanın en her yerinde duyurmasının ardından, köklü derbimizin de dünya çapında bir üne kavuştuğunu söylemek gerekli. Bu derbi futbol alanında en çok övünmemiz gereken spesiyalitemizdi. Ve bu spesiyaliteye asıl lezzetini veren sos yok artık. Bu sos, bu derbiyi dünyadaki benzerlerinden ayıran eşit tribün paylaşımıydı. Ne Glasgow’da, ne Milano’da, ne Londra’da, ne Buenos Aires’te, ne de Madrid’de yaşanan bir özellikti bu. 10 yıl önce itirazsız silindi gitti.
Halbuki, çok söylenen şekliyle "futbol eğer sadece futbol değilse" bunun en önemli nedeni tribünlerdir. Tribünlerin akla ve kalbe sığmayan heyecanının sahaya yansımasıdır. Ve eşit tribün paylaşımı Fener - Cim Bom maçlarını benzerlerinin ötesinde bir heyecana ulaştırırdı. Bugün artık olmayan o heyecanı hatırlıyor musunuz? Tribüne adımınızı attığığınız anda, sizin gibi kalabalık, sizin gibi heyecanlı, sizin gibi "şu maçı alalım başka bir şey istemiyorum" yakarışındaki, sizin kadar ‘büyük’ ezeli rakip yığınını karşınızda gördüğünüz anı. Bunun kadar, insanın hem ruhunu tahrip eden, hem de adrenalin yükleyen bir başka ortam biliyor musunuz? Hayır öylesi yoktu! O devirlerden sonra çok maç izledim... Türkiye’yi Dünya Kupası yarı finalinde bile yerinde seyrettim. Bu kadar dizlerimin titrediği hatırlamıyorum. İşte biz bunu kaybettik... Önce tribün rekabetinden ılımlı taraftarı çıkarıp, bu şansı 1000-2000 fanatike verdik. Olaylar patlayınca da toptan bitirdik.
Sebep ekonomik nedenler, kombine biletlerdi. Sanki tribünlerin tamamı kombine bilet alırmış gibi. Halbuki kombineleri tribünlerin sadece bir tarafından satarak veya bir başka akılcı çözümle bu spesiyalite korunabilirdi. Ama "Amerika’yı yeniden keşfetmeye ne gerek varödı ki. "Avrupa’da bu işler böyle mi yürüyordu?"
Biliyorum ki, büyük ihtimalle o günlere dönmek mümkün olmayacak. Ama içimde küçük bir umut var. Belki bir gün 10 yıl önce susan ılımlı taraftarlar olaya el atar ve isyan eder. Ve belki o zaman "Ne Kadıköy’e, ne Sami Yen gitmemiz engelenemez."