İyi dergileri çok severim. Bir yazı veya sadece bir fotoğraf için dergi de alırım. Ancak bir dergide en önemli şey nedir derseniz; bilgi ve samimiyet derim. Garip de bir hissiyat sahibiyim, bir derginin iyi mi kötü mü olduğunu çabuk anlıyorum. Belki de kırk yıldan fazla dergi okuyunca insana bir çeşit yetenek bahşediliyordur bilmiyorum. Bu nedenle piyasadaki bazı dergileri hiç beğenmiyorum, bende bir heyecan uyandırmıyorlar. Heyecan uyandıran dergileri bulmak da kolay değil, artık kapak kısmına içindekileri yazmıyorlar maalesef.
Bir dergiyi takip etmek özel bir bağlılık ve güven ilişkisi gerektirir. Sevilen bir dergi artık yayın hayatına devam etmese bile okurun sevgisi asla tükenmez. Mesela geçenlerde yıllar sonra Manifold’da yeniden yayınlanan bir söyleşide “Tasarım sadece bir daktilodur” (Esen Karol, “Arredamento” 1994) diyen Tibor Kalman’ın bir süre yönettiği ve ne yazık ki 2014’ten beri çıkmayan “Colors” dergisi veya 2006’da 50. sayısıyla okurlarına veda eden “Geniş Açı” fotoğraf dergisi gibi.
Genişletilmiş ikinci baskısı yeni çıkan “Gelimli Gidimli Dünya” kitabını görünce M. Şinasi Acar’ı aradım ve tebrik ettim. Hocanın bu kitabı kültür tarihimiz için hazine niteliğinde bir eser. Araştırmacı, yüksek mühendis ve yazar M. Şinasi Acar’la ilk kez yaklaşık 15 yıl önce Dolmabahçe Sarayı’nda tanışmıştım. Bizi kendi atölyesinde tanıştıran yazar ve saat ustası Şule Gürbüz’dü. Kısa bir sohbetle başladı her şey. Böyle çok çalışkan insanlara büyük saygı ve hayranlık duyuyorum. Çalışkanlık dediysem de öyle boş lakırdı değil, 18 kitap ve 150 kadar makale! Hepsi de 1999’da emekli olduktan sonra başladığı araştırmaların ürünü. İçlerinde en sevdiklerim “Osmanlı’da Günlük Yaşam Nesneleri” ve “Gelimli Gidimli Dünya” kitapları.
İstanbul’un hattat mezar taşları üzerine yazılmış “Gelimli Gidimli Dünya”nın ilk baskısı 2004’te yapılmıştı (Gözde Yayınevi) ve kitapta o zaman 90’a yakın hattat mezarı hakkında bilgi ve
Geçtiğimiz çarşamba günü Çırağan Sarayı’nda Scrikss firmasının düzenlediği bir etkinlik vardı. Önce yanlış salona girdiğimi düşündüm sonra Çalakalem grubundan dostlarımı görünce doğru yerde olduğumu anladım ve hemen yanlarına gittim. Her zamanki gibi yine kalemlerden ve mürekkeplerden konuştuk.
1964 yılından beri yazı yazan insanların hayatına dokunan Scrikss, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını kutlamak için el işçiliğiyle ve sınırlı sayıda üretilen ‘1923’ (5 adet) ve ‘Cumhuriyet Yolu’ (100 adet) isimli kalemlerin tanıtımı amacıyla pek çok insanı davet etmişti. Kalemseverler arasında efsaneleşen isimlerden Doğan Hızlan ve Prof. Dr. Nabi Avcı da oradaydı.
Bir süre sonra toplantı salonuna davet edildik. Video gösterimleri ve konuşmalar yapıldı. Üretim aşamalarını gösteren video ilgi çekiciydi. Organizasyon çok iyiydi, mekan zaten güzeldi. Böyle zamanları seviyorum çünkü herkesin yoğun bir programı olduğundan ancak bu tarz etkinliklerde bazı kalem dostlarını görmek
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru,
6 Ağustos 1945 sabahı saat 8.15’te bir Amerikan B-29 bombardıman uçağı, Japonya’nın Hiroşima
kentine nükleer bir bomba attı. Patlama anında yaklaşık 80 bin kişi öldü. Üç gün sonra Nagazaki’ye de bir nükleer bomba bırakıldı ve yaklaşık 40 bin kişi hayatını kaybetti. Sonraki yıllarda radyasyon nedeniyle binlerce kişi aynı sonu paylaştı. İstatistikler olayları hafifletir, oysa her sayı bir insan anlamına geliyor. Dünya tarihi benzer kötülüklerle ve hepsi birbirinden acı olaylarla dolu.
Bugün Japonya’nın bazı müzelerinde 8.15’de durmuş ve artık sadece belirli bir anda takılıp kalmış binlerce saat sergileniyor. Kimi sağlam görünse de mekanizmaları kavrulmuş bu saatlerin bir daha çalışması mümkün değil, zaten tamir edilmesini de kimse istemiyor.
Bir zamanlar su saatleri vardı. Tıpkı kum saatleri gibi zamanı güneşe bağlı kalmadan ölçmek için icat edilmişlerdi. Mekanik saatleri suya benzetiyorum. Bir bardak su gibi bileğimizde duruyorlar. İnsana benziyorlar,
İngiliz “The Guardian” gazetesinde, 5 Ocak 2007-11 Temmuz 2009 tarihleri arasında her hafta bir yazar, şair, oyuncu veya yönetmenin yazı odasının fotoğrafı ve görsele eşlik eden kısa bir yazı yayımlanırdı. (Çizer olduğu zaman sayfanın adı değişir, “Çizerin Odası” olurdu.) Bu fotoğraflarda sanatçı görünmezdi, sadece yazı odası olurdu. Çok güzel bir projeydi. Ben de merakla bekler, gazeteye kavuşunca fotoğrafı uzun uzun inceler, sayfadaki kısa metni okuyup anlamaya çalışırdım.
Çalışma odası fotoğraflanan sanatçı neredeydi peki; tabii ki fotoğrafa eşlik eden yazıda. Metinler kısaydı, ama odanın (masanın, sandalyenin, kitaplığın, pencereden görünen manzaranın) öyküsünün yanında yazı yazmanın sırlarını da anlatırdı. Her yazı odası diğerinden son derece farklıydı. Kaotik çalışma düzenine işaret eden odaları-masaları daha çok severdim.
Masa: “Milliyet” gazetesinde arşivci olarak çalışmanın en güzel yanlarından biri sadece ulusal yayınlara değil, yabancı süreli yayınlara da erişebilmenin kolay olmasıydı. Birinci katta
Üst düzey yazı gereçleri üreticisi Graf von Faber-Castell geçen hafta ilhamını Antik Mısır’dan alan ve üzerinde 3 bin senenin simgelerini taşıyan ‘2023 Yılın Kalemi’ni açıkladı.
Büyük firmalara boşuna “büyük” denmiyor. Graf von Faber-Castell de büyük bir vizyona sahip çünkü hayranlık uyandırıcı ve çok kaliteli yazı gereçleri üretiyor. “2023 Yılın Kalemi: Antik Mısır”, markanın bu zamana kadar inşa ettiği yapıya muhteşem bir katkı sunuyor. Yılın kalemini her sene gelmesini istediğim bir mektubu bekler gibi merakla beklerim, acaba bu sefer nasıl bir dünyayı bir kaleme sığdırdılar diye düşünürüm.
Geçen yıl Aztek uygarlığına bakan Graf von Faber-Castell uzmanları bu sefer Antik Mısır’ın 3 bin yıllık tarihine, yazının büyülü geçmişine, tanrı ve tanrıçalarına adanan yeni bir yazı gereçleri koleksiyonuyla yine çıtayı yukarıya taşımışlar. Konu yeni değil; Montblanc, Sailor, Sheaffer, Waterman, Visconti ve Montegrappa gibi başka markalar Antik Mısır’dan ilham
Rado geçen hafta Paris’te efsanevi İsviçreli mimar Le Corbusier’den ilham alan üç yeni saat duyurdu.
Aslında Rado dendiğinde aklıma önce gazeteci, yazar ve yayıncı Şevket Rado (13 Nisan 1913, Radovişte- 8 Nisan 1988, İstanbul) geliyor. Elbette Şevket Rado ile “Hayat” ve “Hayat Tarih” dergileri, gazete yazıları, ünlü kitap ve hat koleksiyonu da çağrışım yapan diğer konular.
Oysa başka bir Rado daha var: Yüksek teknoloji ürünü seramik saatleriyle tanınan Rado, “malzeme ustası” olarak haklı bir üne sahip. Rado, yüksek teknoloji ürünü seramikten ilk saatini 1986’da duyurdu. Yüksek sıcaklıkta fırınlama yöntemi ile elde edilen inorganik bir malzeme olan Rado ürünü seramik çizilmelere karşı dayanıklı, hafif ve antialerjik bir seramik türü. Rado bu alanda onlarca yıllık tecrübesiyle elde ettiği birikimin sonucu olarak bildiğimiz gözenekli ve kolayca kırılabilir seramikten son derece farklı, yüksek yoğunlukta sıkıştırılmış ve renkleri de mükemmel bir şekilde taşıyan
Tasarımcı ve heykeltıraş Burchiellaro’nun bir çalışması var ki, her gördüğümde hem yeniden görmüş gibi oluyor hem de Selçuklu ve Osmanlı mezar taşlarıyla bir bağ kuruyorum
İtalyan tasarımcı ve heykeltıraş Lorenzo Burchiellaro (8 Temmuz 1933 - 2 Ocak 2017) malzeme olarak metal (altın, gümüş, bronz, pirinç, alüminyum, çinko, kalay ve bakır) kullanmayı seven bir sanatçıydı.
Her şeyin internette bulunduğunu zannedenler Lorenzo Bey hakkında çok bir şey bulamayacaklar. Karşılarına sadece eserleri çıkacak. Bizim zamanımızda eser vermiş ve göçmüş ama Lorenzo Burchiellaro hakkında çok fazla bilgi yok çünkü bir derviş gibi yaşamış, başını öne eğip çalışmış. Ben şunu bunu yaptım dememiş.
Bronz masa saatleri
Daha da iyisi ömrünü sanatına vakfetse de “her şeyi ben biliyorum” da dememiş. Bir yerde “Heykel ve iç tasarım alanında metallerle 50 yıldan fazla çalıştıktan sonra ister bakır ister alüminyum, gümüş veya çinko olsun, her metalin doğasının derinliklerini